17 Ağustos 2009

USHBA (4711 m) Kafkasya- Gürcistan 2008

ushba-guney-yuz1.jpgushba-141.jpgushba-199.jpgushba-76.jpgushba-154.jpgushba-214.jpgushba-171.jpgushba-142.jpgushba-114.jpgushba-30-medium.jpgushba-117-medium.jpgushba-135-medium.jpgushba-170-medium.jpgushba-178-medium.jpgushba-190-medium.jpgushba-305-medium.jpgushba-43-medium.jpgushba-91-medium.jpgushba-183-medium.jpgushba-196-medium.jpg Ushbaushba 2

 USHBA- KAFAKASYA’NIN  İKİ ZİRVELİ DEVİ

Gamacoba (Gürcü dilinde, merhaba!)

 

Ushba Dağı gökleri delen çift zirvesi ve binlerce metrelik kaya- buz duvarları, üzerindeki tarihe malolmuş trajedileri ve başarıları ile muazzam, gerçekten de sert bir dağ ve son derece tehlikeli bir hedef! Ses hızını aşan bir jet uçağının yarattığı patlama gibi insanı bir anda heyecana boğan bir dağ. Ushba adının tam bir anlamı yok gibi, ‘cadılar bayramı’ veya ‘kötü hava cadısı’ gibi yorumlar yapılmış bu isim için. Ama şurası kesin ki büyülü, cazip ve güçlü ve kötü anlamlar uyandıran bir zirve..

 

Emektar tırmanış arkadaşım Efecan Aytemiz ile beraber, 20 temmuz -2 ağustos 2008 tarihleri arasında, kuzey komşumuz Gürcistan’ın Kafkasya dağlarındaki 4700 metrelik Ushba zirvesine tırmanmaya gittik. İlk ve en önemli derdimiz sağ salim dağa ulaşmaktı. 1998 yılından itibaren bu dağa Rusya Federasyonu- Balkar Cumhuriyeti tarafından yaklaşmaya çalışmış, daha dağın kar ve buzuna değemeden haydutlar, polisler, bürokrasi tarafından geri çevrilmiştik. Bir seferinde de kuzeydeki Ushba İcefall’da 11 kişi ölünce kurtarmacılar dağı alenen yasaklamıştı. Bu seferki hedefimiz dağa Gürcistan’dan yaklaşmaktı. ‘Görevimiz tehlike’ hesabı yani.Tam bir belirsizlik! Nasıl gidilir, neyle gidilir, orada durum nasıl? Yolda soyulur muyuz? Yani dağın kendi tehlikelerinden önce bölgedeki güvenlik sorunları canımızı sıkıyordu. THY’nin Hopa uçağıyla Türkiye tarafından işletilen Gürcistan- Batum havaalanına inerken sorular aklımızdaydı.

 

Biraz mücadele ve al takke ver külah ile, ertesi gün bir Gürcü mercedes’i kiralayarak sınırı geçtik ve merhaba yeşil Gürcistan! Gri karadeniz havası altında Poti ve Zugdidi üzerinden kuzeye, dağlara gidiyoruz. Tek kelime İngilizce ve Türkçe bilmeyen şöförümüz Razo yollar dağlık araziye sardıkça homurdanıyo ve yüzünü asıyorr; eski mercedes nerede iflas edecek derken, araç dayanamayıp su kaynatıyor.. Zorunlu moladan sonra yola devam; Zugdidi’den sonra 170 kilometre kadar, olabilecek en berbat toprak yoldan, sık ormanlar içinden tangır tungur çıkıyoruz. İstikamet dağlı haydut bölgesi Svanetia’nın, haydutların başşehri Mestia kasabasına varmak! Şöförümüz bariz olarak söylenir, araç tamamen su koyverecek konuma gelirken, akşamüzeri -nihayet- Mestia’dayız..

 

Kafkasya dağları kazan gibi kaynayan gri bulutlar içinde, hemen hiç göstermiyorlar kendilerini. Yaptığımız ilk iş, geçen yıl buraya gelen İzmirli dağcı arkadaşların tavsiye ettiği, Tsuri Gabliani’nin pansiyonunu bulmak oldu. Tsuri, babası Pobeda dağında ölmüş bir Gürcü hanım, sağolsun çok yardımcı oldu bize. Çok şirin ama dönüşte anlayacağımız üzere gayet de pahalı bir pansiyonu var.

 

Mestia Kafkas dağlarının güneyinde, yeşil ve gayet turistik bir kasaba. Her yerde eski zamanlardan kalma taş  Kafkas kuleleri var. 2000’li yılların başından önce aktif olan ve Ruslara bile yaka silktiren haydutları ile tanınan bu dağ memleketinde şimdi doğa ve kültür turizmi oldukça gelişmiş gözüküyor- her milletten turist görmek mümkün! Svanetia bugünlerde (yani Rus işgalinden önce demek istiyorum) oldukça sakin ve huzurlu bir yer, gerçek bir dağ cenneti, adeta bizim Kaçkar Dağlarının 5000 metrelik zirvelerle bezenmiş olanı. Bir o kadar da yağışlı bir bölge tabii. Yağmur ve şimşekli havalar çok sıradan…

 

Pansiyonda biraz hazırlık ve toplanmadan sonra, sıkılınca Mestia’nın boş ve garip sokaklarında gezip, arada yeni açılmış  turist enformasyon bürosuna giderek Ushba tırmanışı hakkında bilgi almaya çalıştık. İngilizce bilgi hiç yok, İngilizce konuşan bir kızcağız ve tek kelime İngilizce konuşamayan ama Ushba’ya üç kere çıkmış, tarzanca anlaştığımız Zaur adlı Gürcü dağcı haricinde bilgi alınacak kimse de yoktu. Ama görülen o ki, yol açıktı.

 

Hedefimiz Ushba’nın 4A ( Alpin D) derecesindeki Kuzey sırtı, yani bir kar- buz rotası idi. Rota tam Rusya- Gürcistan sınırındaydı, ama dağ teknik olarak Gürcistan’a aitti.Ertesi gün, Tsuri’nin komşusu bir abinin koltukları olmayan nuhnebiden kalma Lada jipi ile Mazeri kasabasına tangırdadık. Veee, köşeyi dönünce Ushba tüm haşmetiyle karşımızda.. İnanılmaz gözüküyor, gökleri yaran bir taş ve buz yığını, ona tırmanmaya gidiyor olmak daha da inanılmaz!

 

Mazeri’deki askeri sınır muhafızları ofisinde Georgi, yani Rusça konuşan yaşlıca ama sert mizaçlı bir başçavuş’umuzdan tırmanış izni kopartmaya çalışırken, Ushba’nın Rusya tarafındaki kuzeyine gidemeyeceğimizi anlamak acı bir şoktu! Nasıl olur? Gürcistan’ın Rusya ile olan malum (ve kısa süre sonra basbayağı savaşa dönüşen) sorunları nedeniyle, tam sınırda olan Ushba dağında istediğiniz rotaya gitmek mümkün değildi.. Ne yapmalıydık, seçeneklerimiz neydi? Adam bize dağı göstererek ‘buradan çıkın’ dedi, yani dimdik, binlerce metrelik granit ve buzdan oluşan güney duvarından! Oooh paşam, sen emir ver biz çıkalım! Rota zorluğumuz birdenbire en az 5B (TD+/ ED -) oluvermişti. Neyse ki yanımızda, hatta çantalarımızda -Efecan’ın öngörülü bir önerisiyle- kaya donanımı, hem de tümünü getirmiştik. Şans ve kısmet.. ama bu sayede ölür müydük, ayrı!

 

Bir saat içinde bu kadar çok ve şiddetli plan değişikliği ağır gelmişti; Georgi’nin de arkamızdan gülerek selametlemesiyle, eski Lada’yı 1600 metredeki Gul köyü yıkıntılarına, gittiği yere kadar sürdürttük. Yürümeye başlayınca biraz olsun  kendimize geldik. Garip bir sessizlik içinde tek biz vardık bu yaylada, koca çamlar, yemyeşil ve çiçekli çayırlar, bize garip garip bakan inekler, köyün yosun tutmuş harabeleri. Uzaklarda Ushba bulutlar arasından gerçekdışı bir yığın halinde yükseliyor.. Kah yolu kaybederek, kah bularak, derin otluklar ve büyük yapraklı otlar arasından, dağ botları ile  vıcık çamurda kayarak ilerliyoruz. Gul buzuluna ulaşmak günün hedefi…Gul buzulunun tabanındaki moren setlerine varırken ilk plaketi de gördük; metal bir plakette bir tarih, edelweiss çiçeği ve canını vermiş isimler..Ushba’nın acımadığı bazı garibanlar yani. Burası bana  hava olarak, tarz olarak İsviçre Alplerindeki Eiger Dağını anımsatıyor, biliyorum ki önümüzde yükselen kaya ve buz yığının tarihi kan ile yazılmış. İnsani huzursuz eden, ezen ciddi bir gerçeklik. Çayırlık, sulak yaylanın sessizliği çok yanıltıcı.

 

2400 metrede, buzulun altındaki morende küçücük turuncu çadırımızı kurduk. Rota bakıyoruz; Allahtan tüm rota dökümanları yanımızda. Bu durumda ilk amacımız Ushba güney zirvesine çıkan orijinal 1903 Schulze rotasını (5A, TD+/ ED, rehberde zorluk olarak Alpler- Mont Blanc bölgesindeki Grand Capucin doğu duvarı’na eşdeğer sayılıyor) çıkmaktı. Burası temelde bir kaya tırmanış rotasıydı ve, yukarıda söylediğim gibi, yanımızda tüm bir kaya donanımımız vardı. Ancak dar, dik buz kulvarları boyunca teknik tırmanış gerektiren sözkonusu rotada çok taş ve bazen de çığ düşüyordu. Bunun yerine, biraz incelemeden sonra, alt kısmında dağın güneydoğu yüzü ve üst kısmında güney sırtından giden, objektif tehlikelerden görece uzak sayılır bir rota seçtik. Daha sonradan anladığımız üzere rotamız tanınmış Gürcü kaya tırmanıcısı Misha Khergiani’nin 1937 yılında tırmandığı 5B (ED) derecesindeki bir rotaymış (ünlü İngiliz tırmanıcı Hodgkin ve ekibi de 1937 yılında bu rotanın bir varyantını tırmanmış, dağdaki tarih birikimine bak yahu!).

 

Ortam gerçekten harikaydı, Kaçkarlar gibi yeşil çayırlar ve kara granit dağlar.. ama stres! Yarın ciddi bir rotaya girecek olmanın heyecanı? Boğazda hissedilen bir yutkunma zorluğu, iştahsızlık! Şu tırmanış başlasa bir an önce.

 

24 temmuz sabahı gerekmeyen fazla yiyecek ve buz donanımının yarısını güvenli bir zula yerine gömerek kampı topladık. Sırtımızda bivak yükümüz (hafif bir çadır, tek bir uyku tulumu ve matlar, benzin ocağı,1 litrebenzin, ortalama 2 kilo kadar yiyecek ve ful kaya + buz teknik malzemesi) ile tırmanacaktık. Çift ip, buz aletleri, kaya emniyet donanımı, birkaç buz vidası, krampon ve kafada kasklar.. Rota oldukça karışıktı- belli aralıklarla rota bulma sorunu yaşıyorduk ve dağ gerçekten çok büyüktü. Tabanından zirveye2.5 kilometrekadar yükseklikte bir yüzdü bu zira, boyut olarak bazı Himalaya tırmanışları kadardı. Ama en büyük şansımız; tırmanıştaki üç günümüz boyunca hava durumu gayet idealdi, hayret ki yağış ve sis olmadı (Kafkas Dağlarının standart temmuz havası fırtına, tipi, şimşek ve çok sıkı yağıştır!)

 

Neyse, orta diklikte uzun kar kulvarları (35-45 derece eğim) ile dağın kayalık, dimdik güneydoğu yüzünün içine doğru yükselmeye başladık. Uzun süre kayalara çıkan büyük kar yamacını tırmandık. Yukarısı, şelaleler akan kapkara kayalık duvarlar…rota nerede, veya rota var mı? Basit kar kulvarları daha diklerine yol verdi ve ardından serbest III, IV derece kaya tırmanışları yaparak, zaman zaman içinden dereler akan dik yerler çıkarak, kar sırtları ve dar buz kulvarları ile yükselmeye başladık. Tırmanışın içindeyiz artık. Serbest ve boşuklu etaplar aşıyoruz, sırtta çanta setten sete bacalar, çatlaklar, oluklar, slablar tırmanıyoruz. Dik bir yüz bu, gerçi ip açılacak kadar zor değil ama hataya yer yok, çok dikkat…

 

Manzaramız giderek açılıyor, durmuyoruz. Yukarıdaki belirgin bir kuleler topluluğuna doğru  tırmanıyoruz- bir kar omzunavarınca içinden belli aralıklarla, gümbür gümbür çığ boşalan bir buz oluğu yolu kesti. Ne yapmalı? Kulvarı geçip karşı kayalardan yükselmemiz gerek! Yürek ağzımızda, içinden şakır şakır dere akan buzu kazma krampon yan geçiyoruz, risk yüksek. Neyse, görece güvenli yerlere geçince kayada rota arıyoruz; birkaç yere giriyoruz olmuyor, kör uçurumlarda kalıyoruz… ve sonunda dikleşen kayada ip çantadan çıkıyor. Kulvarın solu boyunca ip boyu ip boyu çıkıyoruz. Artık 10 saattir tırmanıyoruz, bir bivak yeri bulamazsak geceyi bir yerde tüneyerek geçirmemiz gerekecek…derken 4200 metrede şahane, tam bize yapılmış bir çadır yerine çıkıverdik! Uçurumun ortasında bir ufak set, 3’e 3 metre ebadında. Oh deyip sevinç içinde  çadır yerini düzledik, çadırı uçurumun ortasına kurduk.Uzun bir gün oldu.

 

Yarın için iyimseriz, çok yol kalmış olamaz zirveye. Espiri üzerine espiri patlıyor, geyiğimiz Ushba’nın buzlu ve yalnız, akşam soğuğu çöken yamaçlarında yankılanıyor ve akan şelale seslerine karışıyor.. Bu arada rotaya da bakıyoruz. Önümüzde bir omuz tarafından gizlenen bir duvar ve koskoca bir donmuş (ama şakır şakır akan) şelale gözüküyordu; burası zirve duvarı, diğer yanda Red Corner denen ünlü kaya etabı- Schulze rotasının kilidi. Tabii  biz oraya gitmiyoruz, dağın taa öbür kenarı orası.. Gün çok güzel batıyor, doğuda tüm bir Bezengi silsilesi, altımızda Ushba’nın gölgesi kararan ufka uzuyor. Akşam yemeğimiz köftelik bulgur ve et, iştahla yiyoruz. Sonra da sakin gecede, herşeyimiz üzerimizde, tek tulumu Efe ile üzerimize örtüyoruz. Yanımızın binlerce metre uçurum olmasını düşünmeden uyuyuverdik.

 

25 temmuz sabahı erkenden sıkıntıyla uyandık, donuk, rüzgarlı, garip bir hava var. Aceleyle birşeyler yedikten sonra (şekerli köftelik bulgur lapası!) 4710 metrelik zirveyi bizden ayıran sarı-kızıl kaya duvar etabına doğru çıkışa giriştik. Turuncu çadır aşağılarda ufacık kaldı…. Zemin çok dikleşti yine, oysa ki  biraz olsun yatmasını ve kolay geçit vermesini arzu ediyordum! Önce çürük taşlarla dolu, berbat bir sırt, sonra doğru yolu bulamayıp dimdik, dipsiz bir buz kulvarında 100 metre yan geçiş, sert kar- buza giren kazma uçları ve kramponlar… Devamında daha da zor ve boşluklu yerlere girdik ve ip yine, bir sefer daha çantadan çıktı. 4350 metrelerde 55-65 derece mavi buz etapları, sert ve dik kar-buzda yüzlerce metre yan geçişler… Emniyet çok iyi değil ama  yine de var. Artık iyiden iyiye dik kayaya sardık, V+, VI+ derece kaya yüzey ve bacalarında, sert tabanlı deri botlarla dans.. Nereye geldik böyle? Bir noktada, sağ yanımızdaki içe bulantı verecek kadar boş ve dibi gözükmeyen 1500 metrelik duvarın kıyısına çıktık. Buraya iple inip, bir ip boyu aşağıdaki bir sete geçmeyi ve negatif bir çatlağı tırmanmayı düşünürken yakaladık kendimizi! Ama bunu (neyse ki, aklımızı evde unutmamışız) yapmadık ve artan zorluğa karşın dik tırmanmaya devam ettik.

 

Böylece, en kritik etap olan ve Ushba doğu duvarının sol kıyısından geçilen sarı-kızıl yüzeyde bizi bekleyen şahane bir  sürprize ulaştık: 4500 metrede, normalde tırmanmamız gereken çatlak ve bacamsı yüzeylerdeki donmuş şelaleler eriyerek ince dereler halinde akıyordu, çünkü dağın en üst kısmındaki kar alanları sıcak hava ile  eriyordu. Ortadaki şelaleyi zaten  tırmanamazdık, içinden sesi uzaklardan duyulacak kadar güçlü bir  dere akıyordu ve buzlar, kayalar heyelanla dökülüyordu resmen. Yandaki ıslak etaplara da giremeyeceğimiz için, tam üstümüzdeki olağandan daha zor, pürüzsüz ve dik kaya yüzeylerini tırmanmaya girişmek zorunda kaldık. Ayakta dağ botları ve sırtta çantalarla VI+ veya VII- derece, belki daha da zor kaya tırmanışı?!! Neden biz?

 

Bu son etapta lider giden Efecan her tür canbazlığı yaptı- pandüller, tansiyon traversleri, kötü- yarısı dışarıda sarkan sikkelerden atlamalar… Rusların bıraktığı bir dizi iniş sikkesi boyunca keskin bir köşeye kadar gitti. Bitmişti, ip gelmiyordu, bizimki köşeyi dönemiyordu bir türlü. Boşluğun tam kıyısında! Hava hala güzeldi ama akşam adım adım gelecekti; saatler harcadık bu beklenmedik zorluktaki etapta ve öğleden sonrayı bulduk. Gerek zaman yetersizliği, gerekse dağı iyi tanımadığımız için ne kadar yolumuz kaldığını bilememek, gerekse rotanın giderek kolaylaşmak yerine zorlaşmasından dolayı 4500 metrelerden, (sonradan anladığımız gibisiyle) zirveden sadece biraz aşağıdan dönme kararı almamız gerekti. Ama o an hiç mi hiç dert etmedik, nasılsa zamanımız vardı ve ikinci bir deneme yapabilirdik buraya.

 

İpi düzenledik, inişe başladık. Kötü sikkelerden, eski karabinlerimizi bırakarak, negatife, boşluğa ip inişi. Yanımızdaki devasa ‘Cravat’ buz kulvarı boyunca uzanan kırık dökük kayalıklardan ip boyu ip boyu inerken bir Rus dağcının acıklı kalıntılarını da bulduk.. gözlükler, çantalar, emniyt kemeri, kazma… ne yazık! Neyse, akşam olurken kampımıza ulaşmıştık.Ertesi gün, 26 temmuz günü neredeyse 10 saat boyunca devamlı ip inişi yaparak Ushba’nın güneydoğu rotasını tabanına kadar indik. Bazı ip boyları asap bozucu derecede tehlikeli, istasyonlar bir garip ve güvensizdi, bulduğumuz tüm ip ve perlonları toplayıp babalara bırakıyorduk! İp devamlı fena halde karışıyor, açmak zaman alıyordu, ne de olsa 8 mm. İp ve çok buruluyor inişte.  Ama neyse ki,  devamlı yükseklik kaybediyorduk. Hava da bir açıyor bir yağacak gibi oluyordu, ama ıkınıp sıkındı ve sonunda yağmadı. Neyse ki yağmadı, burada yağış olağanüstü şiddetli oluyor (ertesi gün anladık bunu). Uzun kar kulvarlarını ardımızdan gelebilecek olası taş ve çığ heyelanlarına karşı bir gözümüz daima yukarılarda olarak aşağı yönde koşar adımla kramponladık.. Nihayet, diklik yatıklığa yol verdi.

 

Bu devasa yüzün üzerinde üç gün geçirmiştik. Daha da önemlisi, yüzü gayet iyi öğrenmiştik ve sağsalim yerdeydik!Ertesi günümüzü kampta dinlenerek geçirdik, hava bozmuştu. Sabahki güneşe tezat, öğlen müthiş bir yağış başladı ve 10 dakikada kampı su bastı. Çadırımız adeta sandala dönmüş, suda yüzüyordu! Zar zor 100 metre yukarıda, kuru bir yere kapağı attık. Macera bir türlü bitmiyordu. Mestia’ya dönelim dedik, organize olup, toplanıp,  Ushba’ya yine gelmek için.

 

Ancak iniş yolunda akılsızca bir deneme yapıp, derme çatma  bir tahta köprü ile beraber dereye düştüm ve  sol ayak bileğim burkuldu. Lanet! Nasıl da sinirlenmiştim! Bu macera böyle mi bitecekti? Efecan haklı olarak benimle dalga geçip duruyordu. Birkaç kilometre aksayarak yürüdükten sonra, sınır karakolunda bol şnaps (ev rakısı) içmiş iki çakırkeyif sersem olarak Tsuri’nin pansiyona indik. Sol ayak bileğim mosmordu, üzerine basmak da acılıydı. Bileğimi kırmış olabilir miydim? Umutsuzluk! Ancak şnaps’ın etkisi geçince bunu anlayacaktık. Bu arada kesin olarak anladığımız, sınır karakoluna öğleden sonra tüm askerler zilzurnayken gitmenin gerekliliği idi; o zaman değil Rus sınırına, aya gitmeye bile izin verebilirlerdi işte!

 

Pansiyonda Tsuri’nin feci miktarda ve yağlı yemeklerini yiyerek geçen bir günden sonra oldukça iyi olmuştum ama yine de inişlerde, bazı hareketlerde bileğimde  acı vardı. Demek ki sadece burkmuştum. Aklımızda kalmasın diyerek sırtta çanta, Gul buzuluna çıkalım dedik fakat nafile. Bu bilekle yürümek, tırmanmak imkansız! Tek yapmamız gereken, Türkiye’ye dönmekti. Dağ milyon yıldır buradaydı, her zaman gelebilirdik.

 

2 ağustos günü, olaysız bir yolculukla, planladığımızdan on iki gün önce, Sarp sınır kapısından ülkemize dönmüştük.İstanbul’da, iki gün sonra Efecan’ın telefonu ile irkildim: ‘Tunç duydun mu, Ruslar Gürcistan’a girmiş!’ Vay bee, normal planımız devam ediyor olsaydı başımızın girdiği derdin boyutunu tahmin edin: bitmiştik! Şansımız çok büyükmüş zannederim; güneye uçan filo filo Rus uçaklarını Kafkas dağlarının zirvelerinden görmedik çünkü! Ufak sakatlığım sayesinde ucuz kurtulmuşuz.

 

Bu yazıyı yazdığım 2008’in son günlerinde savaş bitmiş, Ruslar Gürcistan’dan (bazı yerleri hariç) geri çekilmişti ama artık Ushba’ya tekrar nasıl gidilir, bölge sakin mi, bilemiyorum…Neredeyse son on senedir düşüncelerimizi ve hayallerimizi meşgul eden bu dağa, daha önceki seferlerimizde birçok sebeple yaklaşamamıştık bile. Bu sefer ise çok az farkla, dağın kendine göre objektif zorlukları nedeniyle zirveye çıkmadık ama sıkı duvarlarından birini tırmandık. Bu dağın hayalini en başta beraberce kurduğumuz aziz dostumuz Kürşat Avcı’yı sevgiyle anıyoruz. Anısı bizimle yaşıyor ve bu tırmanışta da eminiz ki yanımızdaydı…

 

Yorum olarak; dünyadaki en efsanevi dağlardan birinde, genelde sağlam granit kayada, muhteşem manzaralar eşliğinde, ED derecesinde zorlukta, gayet tehlikeli, çok uzun ve devamlı diklik içeren bir tırmanış. Tüm bu riskleri beraber aldığımı kişi, eğlenceli ve sağlam tırmanış arkadaşım Efecan olmasaydı, bu tırmanış asla olmazdı. Teşekkürler dostum ve nice dağlara, Ushba orada bizi bekliyor!

 

Bu yazı yorumlara kapalı.