ALADAĞLAR, ALACA- KALDI kış traversi ve SİVRİTAŞ KULESİ ilk kış çıkışı, 2001
2001 yılındakinin tam tersine, kış tüm Türkiye’de çok sert başlamıştı ve öyle devam edeceğini zannediyorduk. Ancak 2002 ocak ayı geldiğinde hava oturup yağış bitmişti ve biz de bir süredir yapmak istediğimiz Güney Aladağlar kış geçişi ve Kaldı- Alaca traversini yapma fikrini tekrar ele aldık. Bu amaçla, sırtımızda on günlük yükümüz ile, arkadaşım Efecan Aytemiz ve ben, serin ve gri bir 21 ocak sabahında Çamardı- Yelatan Köyü’nün Cevizlik mahallesinde minibüsten indik. Amacımız Güney Aladağlar’ın sırtları boyunca doğuya doğru ilerlemekti. 1992 yılında bu rotadan Alaca Dağı’na kış tırmanışı yapmış ve 1995 yılında da aynı rotadan Kaldı-Alaca kış traversi yapmıştık gerçi, ama bu kez kar çok daha fazlaydı ve amacımız kampımızı da taşıyarak önce Alaca’ya sonra da Kaldı ‘ya tırmanmak, mümkünse o civarda yeni bir kış tırmanışı da yapmaktı. Kısaca bu gezimizin esas amacı Himalaya tırmanışları tarzında bir mukavemet idi. İlk günün ağırlığı en fazlasıdır her zaman, bir de yolun yorgunluğu eklenince ilk günün yürüyüşü kaçınılmaz olarak yıkıcı olur.. Biz de, Yelatan köyünün doğusunda gözüken iki derin kanyondan biraz kuzeye girenine daldık ve1200-1250 metre yükseklikte başlayan kanyon boyunca rahat rahat yürümeye başladık. Kar neredeyse bilek boyu kadar batıyordu- beklediğimizden az! Ama esas sorun, boğaz dikleşip yükseldikçe uygun bir kamp yeri bulmak olacaktı. Öğleden sonra hava kapadı, görüş iyice azaldı. 2500 metreler civarında kar da iyice derinleşti ve kayalıklar arasında, tepesinden hiçbir şey düşmeyecek kadar güvenli bir düzlük bulup küçük çadırımızı buraya kurabildik. Tabii, bu tırmanışın bir ilginç yanı da tek kat kumaştan ve ancak iki kişinin sığabileceği kadar geniş olan Gore-tex çadırı denememizdi..Çadırın bagaj bölmesi yoktu ve ıslak karlı, nemli koşullarda soluyabilir kumaşın nasıl işleyeceği belirsizdi. Neyse, kar yağışı altında çadıra girdik ve yerleşmeye çalıştık. En sıkıntılı yan ise, çadırın bagaj bölmesi olmadığı için ocağı içeride yakmak ve yemeği içeride pişirmek zorunda kalmaktı- tabii bu yemek ve kar eritme işiyle ilgilenen talihsiz kişinin devamlı soğukta kalması anlamına geliyordu! Ocak çadır içinde yakılabilsin diye sevgili Efecan yine Mucit Macit’lik yapmış ve ısıyı alta vermeyen bir MSR altlığı geliştirmişti.. Neyse, lapa lapa yağan kar altında, yarın gideceğimiz yeri de hiç göremeden havayı kararttık..Çadır içine yerleşmek gerçekten sorun oldu, herşey heryerdeydi ve son derece kalabalık olmuştu. Sonraki günlerde tüm malzemeleri (çantalar, teknik malzeme, plastik ayakkabı dışları vb.) bir bivak torbası içinde dışarı atarak bu sorunu çözdük.Son sorun olarak da, ben kaşığımı unuttuğum için tek kaşıkla nöbetleşe yemek yiyorduk!
22 OCAK Gece ısı pek düşmedi, nemli bir hava vardı. Sabah yine gri ve tatsız bir gök altında toplanıyoruz – bu boğazı devam etmeyeceğiz, çünkü burası Güney Aladağların güney duvarlarına çıkıyor(burası köylülerce Hışır Dağı olarak biliniyor). Gece bayağı kar yağmış ayrıca, biz de toplanıp bata çıka 2100 metreye kadar indik ve haritada Kuzukıran tepesi olarak adı geçen 2843 metrelik tepenin eteğinden başka bir boğaza geçerek doğu yönüne ilerlemeye başladık. Bir süre sonra bulut bastı, tipi başladı yine. Arasıra açıldıkça gideceğimiz yeri zar-zor görüyoruz, arazi son derece tekdüze, dere-tepe yerler ve tek tük çam ağaçları. İyice derinleşen karda değişe değişe iz açarak gidiyoruz. Yükümüzün ağırlığı dünkünden farklı değil, insan böyle bata çıka, önünü de adam gibi görmeden giderken doğrusu biraz yılıyor.. Böylece, akşama kadar doğu yönüne gittik ve 2200 metrede karşımıza mükemmel derecede korunaklı, kocaman bir kaya negatifi çıktı, içine hemen çadırı kurduk. Hava kararırken sakin sakin yerleştik çadıra, bolca yedik ve içtik. Hemen altımızda derin bir kanyon uzanıyor, burası tanıdık geldi- biraz inceleyince bunun Alaca Dağı’nın güney yaylalarına giden bildik bir boğaz olduğunu çıkartabildim. Yarınki rotamız belli artık. Hava hala kapalı ama bulutlar arasından ay ışığı sızıyor, sakin bir gece. Bütün akşam sohbet edip geyik çeviriyoruz..Küçük dünyamız doymak, sıcak kalmak ve uyumaktan ibaret o an için. 23 OCAK İkinci kampımızı toplayıp, güzel, parçalı bulutlu bir günde yine doğuya ilerlemeye başladık.İki gündür nemli ve ılık bir hava var, dolayısıyla çadır ıslanıp donunca iyi ‘soluyamadı’ ve uyku tulumları vb. biraz nemli kaldı. Efecan’ın önerisiyle çadıra ‘şırfıntı’ adını verdik! Boğazın kuzey yamacında yükseliyoruz ve gittikçe güzelleşen, ısınan bir havada 2350 metredeki geçit , sıcak çilekli tang molası için mekanımız oluyor. Manzaramız Bolkar Dağları, Karanfil Dağının sırtları ve Güney ormanları.Terkedilmiş, sadece çadırların ahşap iskeletleri kardan gözüken bir yaylayı geçiyoruz.Yazın kimbilir ne kadar canlı ve yeşil olan bu yer, şimdi iki metre kar altında kış uykusu yaşıyor.. Geçitte sert bir esinti bizi karşılıyor,ve de Alaca Dağı’nn konik şekli. Tüm öğlen ve öğleden sonrayı bazen diz hizasında batan, bazen de çok sert olan karda dere-tepe Alaca’nın eteklerine yönelerek harcıyoruz. Hava tamamen açtı, akşam olurken Alaca’nın Güney batı sırtları üzerinde yükseliyorduk artık. Ve nihayet, 2700 metrede üçüncü kamp. Buzlu, çarşaklı bir yamaçta bir platform düzleyip çadırı hemen attık ve içine daldık.. Kusursuz bir günbatımının son ışıklarında kar eritme- yeme- içme töreni tekrarlanıyor. Hava soğuk olacağa benziyor bu gece.
24 OCAK Faaliyetimizin dördüncü günü bu, sabah erkenden toplandık. Güneş Alaca’nın güneybatı yamaçlarına varıp karı iyice bataklaştırmadan yola çıktık. Krampon taktık, kar henüz oldukça sert ve tutarlı.. Yamaç git git bitmedi, yük de iyice ağırlaştı sanki! Yamaç biterken Alaca’nın güney sırtını oluşturan kayalık setlere çıktık ve hakedilmiş bir çikolata- kraker- tang molasını takiben kramponları çantaya kaldırıp devam ettik. Hava çok güzel, tek bir bulut yok. Rotamız basit kaya setleri, çarşak ve kardan ibaret, Bolkar’daki Medetsiz Dağının kış tırmanışını anımsatıyor. Böylece toplam 4 saat gibi bir sürede- delicesine terleyerek, terler gözlerimizi yakarak- Alaca’nın 3588 metrelik tepesine tırmandık. Amacımız Avcıbeli Geçidine inen doğu sırtını inmekti- hatta bunun hayali bizi, o ağır yükle zirveye itmişti desem? Ama heyhat, zirvede ve sırtta olağandışı derinlikte kar vardı, biraz deneyince bel hizamıza kadar battık, hatta zirveden doğu sırtına inen dışbükey bombeli kar alanını da çatlattık. Anlaşılan kuzey ve batı’dan esen şiddetli rüzgarlar dağın tüm karını doğu yamaçlara yığmıştı..Geri çekildik, amacımız dağın Güney sırtından inip Avcıbeli Geçidine varmaktı artık. Böylece zirveyi terkettik ve Alaca’nın güney omzuna kadar indik, burada hoş bir kamp yeri bulduk. Yükseklik 3050 metre, kamp dört.. Doğumuzda uzanan ve Avcıbeli’ne birleşen yamaç tam bir çığ alanı, akşamın bu saatinde asla girilmemesi lazım. Bu işi yarın sabaha bırakarak tulumları, matları güneşe serdik ve oturup kemiklerimizi ısıttık..Tembelce çadırı kurduk, eritmek için kar blokları kestik, yavaş yavaş akşam soğuğu basarken çadıra yerleştik. Güneyde Adana ve Karsantı’nın ışıkları ortaya çıkarken yıldızlı ve aylı bir gece daha başladı. Ne romantik di mi? Ocağın gürültüsüyle sağır olarak geceyi sonlandırdık. 25 OCAK Günün sorusu: Yükseklik kaybetmeden Avcıbeli Geçidine geçmek olası mı? Cevap: bu kar koşullarında hayır! Kamp kurduğumuz sırttan doğudaki derin ve geniş kulvara girip taa 2500 metrelere kadar indik.. Kulvarın ilk 200 metresi o kadar bataktı ve çığ tehlikesi içeriyordu ki, ikimiz de bunun sonumuz olacağını düşündük bir süre.Bu kadar karda çığ altında kalırsak, bizi ancak temmuzda karlar erirken çobanlar bulurlardı! Tabii, kulvarı inip batıya bakan karşı yamaca tırmanmaya başlayınca kar görece sertleşti, biz de güzel bir sırtla Avcıbeli geçidinin doğusunda kalan Avcıbeli tepesine çıkmaya başladık. Hava bozacak gibi, gökyüzü ince bir sirrüs bulut katmanıyla kaplandı. Sirrüslerin o tüylü, ince görünüşleri beni hasta ediyor, her gördüğümde başımıza iş açılıyor çünkü. Yol üzerinde adını bizim verdiğimiz Kurukafa Kayalıklarını görünce, 1992’de Kürşat’la Kaldı’ya kışın tırmanmak için Güney ormanlarından gelip orada kamp yaptığımızı ve sıkı bir fırtına yediğimizi hatırladım, hatta o zaman iki metre kadar kar yağmış ve çadırın çubuklarını eğmişti.. Böyle böyle, Avcıbeli’nin Kaldı’ya uzanan sırtlarına çıktık ve ideal kamp yerini bulmak için aranmaya başladık. Burada birçok yerde çarşak açılmış, kar iyice azalmıştı. En nihayet, 3480 metrelik Yoncalıtaş Tepesi’nin zirvesinin biraz altında aradığımız kamp yerini bulduk ve 3375 metrede beşinci kampımızı kurabildik. Çadırın kuru soğukta mükemmel soluduğunu artık anlamıştık. Kamp yerinde çadırın iplerini kaya çıkıntılarına tutturup sabitledik, büyük kayalarla da destek attık. Hava tahmin ettiğim gibi kapamadı, aksine tekrar açtı ve soğudu. Kızıl bir gün batımında ben kayalara oturup bir sürü fotoğraf çekerken, Efecan da kamerasıyla çekim yapıyor.. Son görev, çadıra girmeden kürekle kar blokları kesip, küçük parçalar haline getirmek, ki tencereye sığsınlar. Havada güzel bir ayaz var.. Gece olunca şiddetli bir rüzgar başladı, sırt hattı üzerinde olan çadırımız sallandı da sallandı. Hatta bir ara dışarıya attığımız torba içindeki eşyalar uçar mı diye paranoya yaptım ama birşey olmadı.
26 OCAK Tırmanışın altıncı sabahında hava şahane, burada olmak için ideal gün.. Faaliyetin başından beri kamp yükü taşımayacağımız ilk mutlu gün bu olacak. Acelesizce toparlanıp Kaldı’ya klasik rotadan tırmanmak üzere yürümeye başladık. Kaldı herhalde Aladağlar’da en çok tırmandığım dağlardan birisidir ve her yüzünü defalarca çıktığım, iyi bildiğim bir zirvedir.. Kaldıbaşı tepesinin kar kulvarını tırmanıyoruz, kar biraz batak ama Efecan güzel, fermuar gibi bir iz açıyor. Kaldı’nın ‘futbol sahası’ olarak bilinen platosuna inmek için, Kaldıbaşı’nın doğuya bakan yüzünü dik inmek zorunda kaldık- tabii ki kalın bir ‘windslab’ -rüzgarla süpürülüp kompakt hale gelen bir kar tabakası- birikmişti burada ve yan geçilirse kırılıp çığ halinde inmesi çok olasıydı. Burayı teker teker geçtik.. Tırmanışın gerisi olaysızdı, sadece sırta varan etap biraz battı ve Kaldı’nın sırtının son etabında da güvenlik için iple tırmandık. Böylece Alaca- Kaldı kış traversini bir kez daha yapmıştık. Bu travers yazın bir günde yapılabilmekle birlikte, kışın daha uzun sürüyor- batak kar, günlerin kısa olması gibi unsurlar yüzünden. Önümüzde günün koca bir diğer yarısı vardı henüz ve yapacak işimiz yoktu. Bu günün kalanını dinlenme günü ilan edip kampa döndük ve tam dediğimiz gibi, biraz keyif yaptık. Bol çay, kahve, ılık çadır içi, yumuşak kaztüyü..
27 OCAK Sıkı bir uykudan sonra toplanıp dün açtığımız hazır izden yukarı, Kaldı platosuna çıktık yine. Amacımız, gidebilirsek Taştepe veya onun kuzeyindeki adsız dağa çıkmak. Hava inanılmaz derecede saydam ve pus, nem filan hiç yok- görüş yüzlerce kilometre olmalı bu sabah. Hatta İskenderun körfezi altın gibi parlıyor ve onun ardında Hatay’ın dağları bile gözüküyor. Kaldı Platosundan güneye iniyoruz, Taştepe’nin rotasını inceliyoruz.. Çok kar var ve devamlı yan geçiş yapılacağı için alınacak risk büyük, rotanın altı da uçurum.. Çığ halinde sürüklenip uçmak çok olası. Batı-kuzeybatı’ya bakan yamaçlar karın dengesi açısından çok iyi değil, dolayısıyla Taştepe’ye boşverip onunla Kaldı arasında kalan adsız 3580 metrelik dağa yöneldik. Normal olarak Kaldı güneydoğu yüzüne ip inişi yaptığımız bele varıp dağın altına 150 metre kadar yan geçtik, dağın batı yüzündeki kar/kaya slablarından oluşan yamacı geçmeye başladık ama burada kar iyice bataklaştı. İp çantadan çıktı.. Kayanın ortasına bir sikke çakıldı, basit bir emniyet alındı, Efecan hareket etti ve riskli bir kar alanını keserek yan geçti (kar eğimi 40-45 derece kadar), karşı kıyıya vardı, oradaki büyük bir kayanın ardında istasyon kurdu, sıra bende.. Sikkeyi söküp hareket ettim. İkinci etap, bir ip boyu süren bir kar tırmanışı oldu. Üçüncü ip boyu ise kısa mix etaplarla (II, III) bölünmüş, 60-70 metrelik uzun bir ip boyu oldu.Tırmanış zor olmamakla beraber güzel ve bazen boşluklu, ortalama 55 derece eğim var..Son ip boyunda zirvenin güney sırtına dolanılmış oluyor ve buradaki belden zirveye 65 metre kadar II,III+ derecelik karlı ve çürük bir kaya tırmanılıyor. Böylece enteresan ve uzak bir dağın ilk kış tırmanışını yapmış oluyorduk..İsim koymaya değer, şekilli bir dağ bu ve aslında yassı, kuleli şekli Alp’lerdeki Charmoz Dağının Mer de Glace buzulundan görünümünü hatırlatıyor bana. ‘Küçük Charmoz’ desek mi derken Efecan bunu hiç beğenmedi ve biraz düşünmeden sonra dağımızın adını ‘Sivritaş Tepe’ olarak belirledik.. Sivritaş’ın zirvesi küçücük, kuzeydoğu yüzündeki duvarın boşluğu ürkütücü, Kaldı’nın doğu yüzleri de çok iyi gözüküyor buradan. İşte sana koskoca Aladağlar, daha yapacak o kadar çok şey var ki. İnsan bir yaptığını bir kez daha tekrarlamadan bir ömür geçirebilir, yeter ki biraz kafa işletsin.. Bu şekilde, hiçbir kişisel çekişmeye girmeden (mümkünse!) tırmanmak en güzeli. Manzaralı sivrimizde biraz zaman geçirdikten sonra inişe başladık, aynı yoldan geri indik. Dönüşte Yoncalıtaş Tepe’ye de çıkıp çevredeki rotaları inceledik.. Hava kararmadan kampta çayımızı içiyorduk bir kez daha.
28 OCAK Dönüş günü..sakin bir sabahta pılıyı pırtıyı toplayıp Direktaş boğazı’na iniyoruz. Krampon takarak başladık,daha aşağılarda kar batmaya başladı, boğazın tabanında oldukça derin kar vardı. Bir kaç saat sonra 2000 metreye, Akşampınarı’na varabildik. Akşampınarı’nda Samsun’lu ve Hacettepe Dağcılık kulübünden tanıdık arkadaşlarımız vardı ve uzun süredir insan görmemenin verdiği taze güçle sohbet ettik- Efecan’ın çenesi düştü tabii ki.. Samsun’lu arkadaşların, Ömer Abi’nin İngilizce yazdığı ve benim de Türkçe’ye çevirdiğim ‘Aladağ’ kitabını kullanarak ilk kez gördükleri Parmakkaya’ya ilk seferde kış tırmanışı yapabilmeleri ayrıca hoşumuza gitti.. Çadırı bu kadar düz ve geniş bir yere kurmanın verdiği şaşkınlıkla akşamı ettik. Kalan iki günlük yiyecek ve yakıtı bol bol harcayarak ölümüne yiyoruz. Hava biraz kapattı, kar atıştırıyor, gri bulutlar dağı ele geçirdi.
29 OCAK Cep telefonunun çektiği ve Salim Abi’yi çağırabileceğimiz tek yer olan Sarımemet Yurdu’na yürüyoruz. Emli ormanı her zamanki kadar monoton ve batak karlı. Sarımemet Yurdu yine ıssız.. Keler’in üzerindeki sırttan Salim Abi’yi rahatça arayabildik. Sonraki etap bizi bekleyenlere dağdan indiğimizi söylemek oluyor. Salim Abi’nin traktörünün motor sesi faaliyetimizin sonunu betimliyor.. |
||||||||
|
||||||||
|
Bu yazı yorumlara kapalı.