13 Ocak 2008

ALADAĞLAR- BORUKLU DAĞI GÜNEYBATI YÜZÜ İLK KIŞ ÇIKIŞI, 2004

boruklu-kis-1a.jpgkizilkaya-kis-1.jpgboruklu-kis.JPGboruklu-kis-3.JPGboruku-kis-4.JPG 

Kış  berbat geçiyordu.. aslında hiç de berbat geçmiyordu, yapay duvarın ılık ortamdaki plastik, renkli tutamaklarıyla  Hüseyingazi’nin buz gibi kayaları arasında gidip gelerek, arada Anavarza’ya filan da takılarak gayet de şık tırmanıyorduk ama ideal şartlarda yapılan kış alpinizminin özlemi içimizde yanıp tutuşmaktaydı,  arkadaşımız Uğur Alkan’ın Takoz dergisinde çıkan yazısındaki ‘içimde kirli sakallı bir alpinist var’ hesabı tam!

Mart ayı başında lodos esen yağışlı bir dönemin ardından yurtta havalar biraz düzelir gibi oldu ve dostum Tafa (Mustafa Kalaycı) ile kış bitmeden son kez dağa gitmek kararı aldık. Fazla teknik malzeme taşımadan uzun, çok zirveli bir tırmanışlar dizisi yapmak düşüncesi ağır basıyordu, ne de olsa mart sonunda Nepal’e tırmanışa gidecektim ve orada dağ performansı bariz şekilde daha çok gerekliydi bana.

Evvet! Hiç işi gücü olmayan, daha doğrusu işi gücü sadece tırmanış ve seyahat olan iki haytanın gönül rahatlığıyla Niğde’ye yaptığımız  relaks, geyik  bir gündüz yolculuğu,  sevgili Adem Abi’nin Çukurbağ’daki yazlık evinde sobayı yakıp üstünde çay demleyerek rahat rahat oturmamız, yayıla yayıla tırmanışa hazırlanmak, tüm gece sohbet ve eğlence..  herhalde güzel bir tırmanışlar dizisinin tabanını, ruhunu oluşturan şey  bu rahat arka plan idi. Dönmek için de, gitmek için de acelemiz yoktu.Dağda yanımızda yedi günlük  yiyecek ve yakıt olacaktı, yiyeceğin bir kısmı  hem yakıt harcatmaması, hem de hafif olması açısından hazır toz yiyecek şeklinde idi. Çantalarımız yine de, boşuna  beklediğimiz üzere, hafif olmaktan gayet uzaktı. Ama yanımızda tam bir set teknik tırmanış donanımı ve çift tırmanış ipi taşımamak bizi görece hafif kılıyordu. Buna da şükür! 

Nihayet, tipik dağa yolculuk sekansımız: Salim abi bizi  sabah erkenden Emli’ye götürüyor ve yine çam ormanı… şimdilik  kar durumu gerçekten de çok iyiydi; traktörümüz Emli ormanı’nın içine dek batmadan girebilmişti ve biraz sisli çakal havasına rağmen ilk gün gayet az çaba harcayarak neredeyse Güzeller kuzey buzul çanağı’na, 2900 metreye kadar çıkmıştık! Kocaman, belirgin bir kayanın önünde siper oluşturmuş süper bir kar platformuna bizim ‘şırfıntı’yı, emektar  tek kat gore-tex çadırımızı kuruyoruz vee, gelsin çay gitsin kahve. Hava da sırf biz manzara seyredelim diye tamamen açıyor, bulutlar ve sis dağlarda garip ışık oyunları yaratıyor..

İkinci gün! Hedef, Küçükcebel zirvesinden başlayarak sırtlar boyunca batıya  travers… Olağanüstü sert bir kar örtüsünü kramponlayarak, tüm göğü kapatan ince bir sirrüs bulut katmanının altında Küçükcebel geçidine tırmandık; buradan  da Küçükcebel, Cebelbaşı ve Gürtepe zirvelerinin traversini yaptık. Gürtepe zaten her zaman süper bir Aladağlar panoraması sunardı; bugün de olağandan farklı değildi. Ağır çantalarımızı Cebelbaşı’nın doğusundaki belde bırakmış, bu tırmanışları gayet hafif şekilde yapmıştık. Aslında hedefimiz Gürtepe’den H4 zirvesi ve devamındaki sırtlar boyunca ilerlemekti ama bu plan işlemeyecekti çünkü  gökte yoğunlaşan  sirrüs bulutları  yaklaşan  kötü havayı açıkça betimliyorlardı; hava patladığında sırtlar üzerinde  bivaklıyor olmak salaklık olurdu ancak.. Alternatif hedefimiz olan Kokorot boğazı tarafına inmek kararına vardık ve geride kalan çantalarımıza ulaşıp, giderek sertleşen, kramponlarımız altında garip inleme ve gıcırtılar çıkaran kardan Kokorot boğazına indik. İşte sessiz,  uzak ve yalnız bir vadide iki kişiyiz yine. Sulağankaya’nın devasa kuzey duvarı, tam karşımızda kış halinin kar ve buzuyla ezici ve küçümseyici gözüküyor.. burada olmak ne kadar güzel! Böylece, 2800 metrede ikinci kampınızı kurmuş olduk.

Üçüncü günümüz, tam da beklediğimiz gibi, sabahın ilk saatlerinden itibaren sert bir rüzgar, gidip gelen  bulutlar ve sis içeren bir fırtına ile geçiyor. Çadırımızdan tuvalet ihtiyacı ve eritmek üzere kar toplamak dışında hiç çıkmadığımız bu zorunlu dinlenme günümüzde Tafa ile bol sohbet ediyoruz, ciddi veya geyik, hayat ve dağlar, sıkıntılar ile eğlenceler dile geliyor. Rüzgar çadırın dışında bağırıp ağlarken biz de zaten bol olan yiyeceklerimizi bol çay eşliğinde yok ederek keyif yapıyoruz..Tafa’nın en büyük derdi cigarasını çadırın arka kapısında yarı dışarı çıkarak içmek zorunda kalması, ‘bu gidişle bana sigarayı bıraktırırsın sen!’diyor şaka yollu..Dördüncü sabahımız, yani 18 mart sabahı, hava biraz kasvetli başlasa da bize bugün erken bozmamaya söz veriyor (bulutlardan, rüzgardan sordum seni!). Tek bir çantaya bir litre sıcak tang ve biraz teknik malzemenin yanısıra kaztüyü ceketlerimizi doldurarak, kramponları da çadırın hemen  önünde takarak yola çıkıyoruz. Kar çoğu yerde o kadar sert ki, kramponsuz yürümek sorun olabilir bile! Bu şahane bir rüya olmalı, keşke kışın dağlarda koşullar hep böyle iyi  olsa. Daha önce, 1996’da yaptığımız Vayvay kış tırmanışı deneyimimizde bayağı bata çıka, derin kar ve çığ tehlikesiyle boğuşarak  oraya kadar gittiğimizi  unutmuyorum. Ama bugün hakim olan kış koşullarda çıkılamayacak hiçbir rota yok – kaya açık ve kar iyice sertleşip buza çekmiş.

Neyse, günün hedefi iki gündür aşağısından baktığımız Boruklu güneybatı yüzü. Burası uzaklardan dik bir yüz olarak gözükse de her yeri dik değil, kulelerle parçalanmış bir kulvarlar sisteminden oluşmakta. Rotanın ilk tırmanışını 1995 yılının yaz sonunda rahmetli dostum Kürşat Avcı ve Gülay Ünal ile yapmıştık; sağlam kayada kısa dik etaplar geçmiş ve ip açmaya gerek duymamıştık. Bugün de koşulların uygunluğu nedeniyle sorunsuz ve keyifli bir tırmanış bekliyoruz dağımızdan. Hadi hayırlısı..Kulvar sisteminin tabanından giriyor ve elde buz aletlerimizle hızlıca yükseliyoruz, kramponlar karda bazen bilek boyu batıyor, bazen sadece ön dişlerin ısırmasıyla tutunuyorlar. Birçok sivri kaya kulesi  var bu yüzde, bunların arasındaki kulvarlar ve miks etaplardan içimizden geldiği gibi rota seçerek ilerliyoruz. Kulvarlar  sonuçta daralıp dikleşiyor ve içlerindeki kar iyice sert bir hal alıyor, artık karın altında sert, saydam  buz var, sağda solda irili ufaklı buz şelaleleri akmış.. Durum süper, hava biraz bulutlu olsa da oturmuş gibi, fotoğraf filan çekiyoruz habire. Eğleniyoruz (bunun için burada değil miyiz aaabi?)! Dar, içi kar- buz dolu bacalarda birbirimizi fotoğraflıyoruz, alpin dünyada herşeyi unuttuk.. Rotanın üst kısmında kulvar sistemleri bir yerde toplanıp birleşiyor ve buranın tek tarafı (sol yanı) hafif negatif girişli, kesinlikle gıcık bir kaya etabı, diğer yanı (sağ tarafı) ise setli ama çürük gözüken dik kaya yüzeyi.

Dik etaplar kolay bir sırtta bitiyor – tam eskiden burada yaptığımız tırmanıştan  hatırlıyorum. Sol tarafa yönelerek burayı oldukça dikkat ve ciddiyetle  tırmanarak geçiyor, ödül olarak sırtta yüzümüze vuran güneşe ulaşıyoruz. Kısa, oldukça buzlanmış bu kaya etabına  III+ veya IV- derece demek doğru olur.. Önümüzde kısa bir sırt tırmanışı var ve işte Boruklu’nun  zirvesi…İlk kış tırmanışını 2000 yılında Tafa’nın, üstelik solo gerçekleştirdiği Boruklu’da yeni bir kış rotası tırmanmış oluyoruz böylece, zirvede kucaklaşıyoruz. Yorum olarak, 450 metre yüksekliğinde bir yüz ve alpin yaz derecesi PD- veya PD olduğuna göre kış derecesi de PD+ veya AD- denilebilir, dağın uzaklığı ve koşullara göre değişen teknik zorluklar bu derecede büyük  rol oynuyor şüphesiz.Uzun süre tepeden manzarayı takdir ediyor, gelecekte yapmayı umduğumuz tırmanışlarımız için rota seçiyoruz. Şimdi ise hedef  Ortadağ.. bu durumda gelip de ona  çıkmamak olmaz. Böylece gerçekten harika kar – buz koşullarında faaliyetimizin beşinci zirvesi Ortadağ olarak geliyor. Vayvay Dağı ve Mecit Doğru Dağı ile 3445 metrelik  isimsiz zirveye devam etmek niyetindeyiz ama hava işbirliği içinde değil: devasa, kara bulutlar zirveleri sardı ve sert bir rüzgar  her geçen an fırtınaya dönüşmekte. İniş kararını kesif bir sis ve tipi  içinde alıyoruz, bu kadarı da yeter, hava bize verdiği sözü tuttu ve sabah erkenden bozmadı. Taş gibi sert kardan, kulvarlar boyunca Boruklu – Ortadağ çanağına inerek, kramponu yan basmaktan ayak  bileklerimiz ağrıyarak kısa sürede kampımıza ulaştık.

Günün daha neredeyse yarısındayız ve önümüzde uzun bir dönüş yolumuz var. Herşeyi toparlayıp Emli’ye dönmek üzere çantaları tekrar sırtlanıyoruz. Bu yağışlı hava uzun süre devam ederse dönüş rotamız (çığ tehlikesinden dolayı) zorunlu olarak Adana tarafı olur ve bu uzun orman yürüyüşünü kışın yinelemeyi hiç arzu etmiyorum doğrusu. Küçükcebel kuzey geçidine göz gözü görmez bir sis ve yağışta el yordamıyla varıp, suratımıza eserek ağzımızı yüzümüzü donduran bir fırtına içinde Sıyırma tarafına inişe geçtik ama burada dün ve bugünden aşırı toz kar birikmiş: çığ riski bir süreliğine bizi tedirgin etse de diğer tarafa alçaldıkça  tehlike yok oluyor. Sıfır görüşte Gürtepe çanağına doğru kör iniş yapıyoruz. Sonunda, ancak  Sıyırma sapağı üzerine geldiğimizde süt gibi yoğun sis aralanıyor ve tam olarak nerede olduğumuzu anlıyoruz.

Akşam üzeri Salim Abi bizi Sarımehmet’ten alıp köye getiriyor..Ertesi günü köyde tam anlamıyla relaks geçiriyoruz, yatıp yiyip içiyoruz bol bol, geç kalkıyoruz, evin sobası mükemmel bir ısı veriyor. Huzur bu olmalı! Çamardı’na yaptığımız kısa gezi saçmasapan seçim konuşmalarını izleyip eğlenmemize, bolca gülmemize yol açıyor kaçınılmaz şekilde. Tafa Çamardı belediye başkanlığına adaylığını koyacağını ilk olarak bana açıklıyor. Bunun ardından bir pideciye dalıp açlığımızı kısa süreliğine tatmin ediyoruz. Yanmış, gözlük izli yüzlerimizle birbirimize mutlu tapirler hesabı sırıtıyoruz.. Dışarıda rüzgar ve bulutlar dağları kasıp kavurmakla meşgul. Vurduk ve kaçtık!

Ama daha son raund önümüzde. Küçük Demirkazık tırmanışı için Ankara’dan gelen Hacettepeli arkadaşlarımız havanın önümüzdeki birkaç gün harika olacağını rapor ediyorlar. İçimizdeki kirli sakallı alpinist, aksiyon isteğiyle gözleri parlayarak  yerinden doğruluyor.. bir misyon çıksa da efkar dağıtsak! Evvet, hedef  Kızılkaya, köyden aynı gün.

Gerçek kışın son gününden bir evvel, sabah gün doğarken Salim Abi bizi bir kere daha evden topluyor ve Karayalak boğazı’nın güneyindeki sırtın üzerine, 2300 metredeki ‘kır’ denilen yere kadar atıyor. Buradan birkaç saatte Kızılkaya – Karasay beline varıp süper buz ve miks koşullarında Kızılkaya’ya tırmanıyoruz. Koşullar gerçekten de kışın hiç görmediğim kadar iyi. Kar olan her yerin altı sert, kapkara buz kaplı, öyle ki vurup gömmekten buz aletimin vidalarından birisi gevşeyip kaybolmuş! Kızılkaya’dan sonra günün son hedefi ve faaliyetimizin yedinci zirvesi Karasay oluyor. Tupturuncu bir akşamüzerinde manzarayı içimize çekerek, bol sohbet ederek ‘kır’a, Salim’in  akşam soğuğunda bizi beklediği yere doğru nalça vurarak iniyoruz Karayalak’tan.  Beri yandan uzak bir diyara, Himalaya’ya gidecek olmanın kabına sığmaz sevinci, beri yandan da bu güzel tırmanışlar dizisini bitirmenin ve dağı bu güzel havada terkedecek olmanın buruk hüznü basıyor beni. Kendimi dağıma, Aladağlar’ıma daha da yakın hissediyorum. Mutluyum..

Tırmanışlar dizimizi Salim’in evinde taze demlenmiş çay içerek noktalıyoruz Tafa ile. 

Bu yazı yorumlara kapalı.