12 Ocak 2008

ALADAĞLAR GÜVERCİNLİK KULESİ DOĞU YÜZÜ/SIRTI İLK TIRMANIŞI, 2004

Güvercinlik kulesi….Bu dağın aslında adı yok!

Gel zaman git zaman, belli yönlerden bakinca şekil olarak Pakistan’ın ünlü Trango kulelerinden bazılarını andırdığı için  bazı dağcılar arasında ‘Küçük Trango’ veya daha espirili bir yaklaşımla ‘Tranga’ olarak adı yerleşmiş.. Batısındaki Güvercinlik boğazı ve doğusundaki Kaldı buzul çanağı vadisi ile sınırlanan bu dağ, aslında uzun bir sırtlar topluluğundan ibaret ve kabaca, ardarda birbirine dayalı  üç kuleden oluştuğu söylenebilir.

Batı yüzünde, birinci kuleye çıkan zor, boltlu alpin spor rotayla esas olarak tanınan Güvercinlik Kulesi enteresan bir zirve: köylüler arasında bilinen bir ismi pek de yok gerçekten, ya da işe yarar bir arazi niteliği olmadığı  için umursamamışlar (sanki diğer dağlar çok işe yarıyor da).

Güvercinlik’e doğu tarafta, Kaldı buzul çanağına bakan dik yüzlerinden  bir rotayla çıkmanın ne kadar değişik olabileceğini düşünüyorduk ara sıra aklımıza geldiğinde, benim adam Efecan (Aytemiz) ile beraber. Mühim olan, bir sürü iş ve başka tırmanışlar, başka dağlar arasında zaman ayırıp oraya da gitmekti..

 -‘Hadi olm, gidelim bişeyler yapalım bizim dağda!’                                                                                                                     

-‘Tamam, zaman ayırabilirsem gidelim.

Tabii ki Efecan çalışıyordu ve herkesi geren dertler  onda da  fazlasıyla vardı: zamansızlık, paranın da ötesinde zamansızlık..  Nitekim çok keyifli ve şanslı geçmeyen, zirveyle sonuçlanmayan bir Kazakistan seferi sonrasında tilki dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına girmişti bir kez daha: sıcak ve kurak bir ağustosun ortasında bir kez daha Aladağlar!

Of yine mi demek istesem de boşa,  yine ve son kez olmadığını bildiğim şekilde sırtta çantalar, sıcaktan geberen Emli’de yürüyorduk.. Sulağankeler kampına çıkış her zamanki kadar bayıcıydı. Böyle en baştan  sıkılmış bir haleti ruhiyeyle gelmiştik dükkana, bakalım sonuç ne olacaktı? Sulağankeler’in yaz sonunda azalmış, cılız akan suyunun yanına kampı attık, karşımızda tipik  dağ manzarası.. Karar olarak, ertesi gün basit bir ısınma tırmanışı yapalım dedik ve Küçükcebel Dağı’nın batı sırtına gittik; aslında gayet neşeli bir ısınma tırmanışı (ve muhtemelen de yeni bir rota) yaparak günü doldurduk.

Ben Efecan’ı oradan net olarak gözüken Güzeller kuzey yüzünde düşündüğüm değişik, çıkılmamış bir rotaya kandırmak isterken, o da başka hedeflere bakiyordu; mesela Güvercinlik kulelerinin tüm zirvelerinin traversi! Yarın nereye çıksak? Akşam bile olmadan  işimizi bitirip çadırımıza dönüp ve yedik içtik; ertesi günkü hedefimiz Güvercinlik Kulesi olmuştu belli ki.

Gözümüze kestirdiğimiz net bir hat yoktu aklımızda, dağın tabanına gidip bakarak seçecek ve aklımıza yatana dalacaktık. Öyle de oldu, on-sight tam.

Kaldı kuzey yüzüne çıkan eski buzul vadisini biraz yükselerek yan geçerek moren setleri ve taşlık ufak tümseklerden  Güvercinlik kulesi tarafına ulaştık; gözümüz  karşımızdaki dağ ve duvarlarındaydı. Önümüzdeki yüksek  kayalıklarda girişi ideal gözüken yerlerin bir kısmının tepesi fiyasko gibiydi; ya da tam tersi, girişi çok zor sonu  kolay yerler vardı. Sonu pürüzsüz, boltlu rota olabilecek kadar temiz yüzeylere çıkan süper baca sistemleri görülmekteydi.. Nereye girelim diye biraz daha incelemenin doğal sonucu;  üçüncü ve esas zirvenin doğusuna, biraz soluna tırmanan bir yapı bulduk ve (ne mutlu ki, nihayet) ona tırmanma kararı aldık..

Hangi rotaya girelim kararsızlığı ikimizi de gıcık eden ve bazen yaşadığımız bir durumdu!

Rotamız genişçe, içinde eskimiş, kararmış  bir kar- buz yığını barındıran  bir mağaranın yanından dik, hatta negatifimsi  bir bacamsı çatlakla  başlıyor, kulvar gibi devam ederek sırta çıkıyordu. Mağaranın içi görece zor bir seçenekti, özellikle de buz ve kaya arasındaki pis, çamurlu  yerlerde baca yapmak gereğini düşününce.. Böylece şangırdayan hırdavatı donanıp çift ipi açarak  mağaranın ağzının solundan saldırdık kayaya.

Efecan her Aladağlara gelişimizdeki gibi ‘eye of the tiger’ durumundaydı, gaza gelmişti ve etaba lider girmek istedi. Sen istersin de olmaz mı hacım! Kaya bazı çürük, gevşek  bloklar sunsa da genelde temiz ve nitelikliydi, en azından Aladağlar’dan teoride  bekleyebileceğimiz kadar kötü değildi. İlk ip boyundaki dik bacamsı çatlak, en sonunda bazı çürük  ve zorlu bloklar arasından tırmanmak dahil 60 metre kadar sürdü ve  genel zorluk olarak V+ filan denilebilirdi; ara emniyet de fena değildi.

Ancak etap sonundaki çürük blok tarlası işi hoşuma gitmedi, geçen seneki Kürşat’ın kazasını hiç unutmuş değildim ve aynı  çürük yapı karşıma tekrar tekrar çıkmakta fazlasıyla ısrarcı davranıyordu. Neyse, tatsız düşünceleri bir yana atıp ikinci ve üçüncü  ip boyuna da ben lider gittim ve kısa sürede sırta ulaştık. Arkamızda, Sıyırmalı Kapız ve Kaldı tarafında geniş, çarşaklı bir ‘keçi otlama platosu’ vardı. Zeminden 130 metre kadar tırmanarak Güvercinlik’in omzuna çıkmıştık..

Kuzeyimizde  gri renkte ve kompakt yapıda bir kuleler topluluğu vardı ve bunlar esas zirve kütlesini oluşturuyorlardı. III, IV- derecelerinde boşluklu, sağlam ve zevkli tırmanışlarla kulelerin arasından çıkıp, her iki yanı uçurum olan boşluklu bir sırt üzerinden tırmanarak kuzeye ilerledik, esas zirvenin hangi kule olduğu çok da net değildi aslında, artık arayıp bulacaktık. Sırt bizi  doğal akışıyla  bir yerlere götürüyordu; bu şekilde dağın batı tarafına geçtiğimizde yeni yeni ortaya çıkan çürüklük had safhaya ulaşmıştı ve ortam daima dikti. Böylece dağın tüm üst kısmının aşağıdan farklı olarak, ciddi derecede ve bir bant halinde  çürük olduğunu anlamış bulunuyorduk! Zaten Aladağların genel bir yapısıydı bu; Sulağan Kaya, Demirkazık, Kaldı, Güzeller, iri zirvelerin hemen  hepsi böyleydi.

En sonunda esas zirve olduğunu düşündüğümüz kuleye önce dik ve boşluklu bir kaya kulvarından  (III+, IV+) sonra da çürük bloklarla bezeli, altı uçurum olan bir yapının içinden ve dar bacalardan  tırmandık. Çürüklük son etapta alabileceğimiz zevki etkin olarak sömürmüş ve yok etmişti; bazı noktalarda gerçekten de sadece hayatımız için mücadele etmiş ve oldukça endişe duymuştuk. Artık  mesele iyi tırmanmak filan değildi. İnsanın tutup bastığı herşey oynak ve kırılgan olabilir mi? Burada iple, emniyetle çıkıp iple inmek de para etmiyordu; çürük, curuflu zeminde ip başımıza daha bile çok iş açabilirdi, her hamle dikkatle yapılmalıydı. Dağın zirve etapları üstüste yığılmış devasa taş  parçalarını (veya bir taş ocağının atıklarını) anımsattı bana.

Efecan’ın surat ifadesinden aynı düşünceyi paylaştığımızı anlayabiliyordum. Konuşup ortak bir fikre varmasak bile, bir tırmanış değeri olmayan bu curufta ‘canımızı sokakta bulduk’ oyunu oynamak pek de güzel değildi. Bu noktada arkadaşım Mustafa (Kalaycı)’nın  Dedegöl Dağlarındaki kayanın kalite ve sağlamlığı ile ilgili  yaptığı betimlemeler aklıma gelip durdu! Haklı olduğunu sonradan çok daha net anlayacaktım.

Zirvede yığılmış taşlarla yapılmış ufak bir baba ve içinde de yıldırımlarla erimiş bazı plastikler, kağıtlar vardı. Muhtemelen dağın üst kısmında ve bu son çürük etaplarda klasik rotayı takip etmiştik; sadece doğu yüzde çıktığımız dik etap yeni bir yol olmuş olmalıydı. Aman ne mutlu bize! Geyik bir yana, ilginç olsa da tehlikeli bir çıkış olmuştu bu ve şimdi önümüzde aynı yerden iniş vardı. Manzarayı filan hiç umursamadığımızı ve adam gibi fotoğraf da çekmediğimizi hatırlıyorum.

Boltlu rotanın tepesine ulaştığı birinci kule kuzeyde, aşağıda gözüküyordu. Zirveden dağı biraz inceledik ve sırtların genel yapısı hakkında fikir edinmeye çalıştık. Efecan inatla tüm zirvelerin traversi fikrini savunmaktaydı..İnerken hiç beklemediğim şekilde, tutunduğum irice bir bloğu devirdim ama yana atabildim; avuç içimdeki deriden biraz doku kaybetmenin yanısıra keyifsiz hissettim. Beklenmedik bir anda daha büyük bir bloğu böyle indirebilirdin kafana ve aşağısı yüzlerce metre uçurumdu!.. Giderek daha da paranoyakça ve dikkatli çalışarak, zirvenin hemen altındaki bir babaya perlon (burada eski bir iniş perlonu da vardı) doladık ve dik etabı buradan 30 metre ip inişiyle baypas ettik. 

Söylemesi gereksiz, ilk inip aşağıda  bekleyen şanssız gariban ipin ucunu da toplayarak kayaların altına sığınıyordu çünkü iniş sırasında yağmur gibi çürük taş yağıyordu! Jeolojik yapının azizliği.. Neyse ki olaysız bir  şekilde, giderek kapayan sessiz ve güneşsiz bir gök altında çıkış rotamıza inmeye  devam ettik, sırta çıktığımız noktaya ulaşmak için bir perlon daha bırakarak 30 metre kadar daha indik.

Doğu yüzünde, zemindeki mağaraya kadar olan dik yerde çift iple iki adet 60 metrelik ip inişi yapmamız gerekti. Sikke ve baba istasyonlarını kurmak için civarda ciddi miktarda temizlik yaptık ve devasa, oynak kaya  bloklarını  kanırtıp devirerek aşağıya attık. Son ip inişinin büyük kısmı  neredeyse boşlukta oldu ve günün sonuna tat kattı.. Zemine indiğimizde uzaklardan belli belirsiz gökgürültüsü duyulmasına ve havadaki nemle yağmur kokusunu neredeyse duymamıza rağmen bulutlar biraz dağılmıştı; gözlerimiz ertesi günün aksiyonu  için Küçük Kaldı’nın üzerimizde yükselen kırıklı kuzey yüzüne bakıyordu.. İpleri dürüp çantada son kalan  yiyecekleri ve şişelerin dibinde kalmış ılık suyumuzu mideye göndererek kampa doğru yola düştük.

Değişik bir tırmanış olmuştu Güvercinlik, ama üst kısmının sıradışı çürük olması, yukarıda da belirttiğim üzere işin tadını bozuyordu. Bu arada, bu zirvenin klasik ve en kolay rotasının batıdaki  (sonu aşağıdan  kör gözüken) Güvercinlik boğazından olduğunu ve bu boğazın sonunda iyi kamp yerlerinin de olduğunu görebilmiştik.Şimdiki ilgi çekici olasılık, bu dağın kuzey sırtından (Sıyırma ucundan) başlayıp her üç kulesinin de kuzeyden güneye doğru  traversini yapmak.. aşırı zor değil ama rota bulma becerisi  ve hızlı geleneksel tırmanış gerektiren bir girişim olacağını düşünüyoruz. Ne zaman diye sormayın, hayırlısı artık! Dağlarda buluşmak üzere.. 

Tunç Fındık

Ocak 2005 

Bu yazı yorumlara kapalı.