ALADAĞLAR-SULAĞANKAYA DAĞI ilk kış tırmanışı, 1995
Aladağların uzakta kalmış, pek bilinmeyen ve de unutulmuş bir zirvesi olduğundan dolayı olsa gerek, Sulağan Kaya ismi birçok dağcıya hiçbir şey ifade etmez. Oysa ki çarşaklı tepeler ardına gizlenmiş bu muhteşem doruğun birçok rotası, dağcılığımızın gözbebeği olarak bilinen Kaldı veya Demirkazık Dağlarından daha zorludur.Sulağan Kaya Dağı’nın bilinen ilk tırmanışı, 1938 yılında 4 kişilik bir Alman ekibi tarafından, güney taraftan yaklaşılarak doğu sırtından yapılmıştır. İlk Türk tırmanışı ise zamanında Anadolu Dağcılar Birliği’nin en aktif tırmanıcılarından olan Ömer B. Tüzel ve İngrid Reuber tarafından 1991 yılında yapılmış. Bu tarihlerden sonra, Sulağan Kaya’nın ihmal edilmiş olduğunu görüyoruz. 1994 yılının 23 mayıs tarihinde arkadaşım Nafiz Balcı ile, Sulağan Kaya’nın batı yüzünü tırmandık ve rotada bu tarihte bulduğumuz buz koşulları çok hoşumuza gitti. Aynı yılın temmuz ayında, rotanın karsız, kuru halini de arkadaşlarım Kürşat Avcı ve Ertuğrul Melikoğlu ile tırmandık. Tabii ki , rota hakkındaki bilgiyi Ömer Abi’nin yazdığı bir yazıdan edinmiştik…
Bu güzel dağa yazın ve bahar aylarında değişik rotalarından tırmanan bizlerin aklını ise bire süredir bu dağın kış tırmanışı işgal ediyordu. Ekibimiz ben, Kürşat Avcı ve Ertuğrul Melikoğlu’ndan oluşmaktaydı. Hazırdık, beklediğimiz tek şey ise doğru zamandı.1994 aralık sonunda sert başlayan kış biraz durulmuş,dağlarda beklediğimiz kar koşulları oluşmaya başlamıştı. Yılbaşında, dostum Ergün Ay ile beraber Demirkazık bölgesinde 3130 metre yükseklikte bir kaya kulesinin ilk kış tırmanışını yapmıştık ve koşullar mükemmeldi. Böylece 1995 yılının ilk ayının ilk günlerinde Sulağan Kaya için gitmeye karar verdik, tek ters giden ise, Kürşat’ın dersleri nedeniyle bizimle gelememesi olmuştu. Ayazlı bir 8 ocak sabahında Ertuğrul ile günün ilk ışıklarında Emli boğazına saldırdık. Sert karda iki saatten az bir sürede Sıyırma boğazına geçerek, günün kalan kısmında daha yavaşlayan bir tempo ile ilerledik. Kar bu dönem için olağanüstü sert ve kabukluydu- bir milimetre bile batmıyordu! Gün batıp gökyüzü mosmor renklere bürünürken, Güzeller çanağı denilen büyük dağ çanağının girişinde, 2700 metreye koca sarı çadırımızı kurduk. Gün , sırtta ağır çantalarla oldukça yorucu geçmişti ama şanslıydık, çünkü kar derin olsaydı bu yolun yarısına bile gelemezdik. Yarın için , önümüzde oldukça uzun bir tırmanış etabımız vardı.. Yeri gelmişken rota üzerine de bilgi vereyim: Sulağan Kaya tırmanışını batı yüzü rotasından yapacaktık. Rotanın ilk kısmı, Sıyırma boğazına bakan batı duvarını kuzeyden güneye çapraz kesen , ortalama 60-70 derece eğimli koca bir rampayı izliyordu- daha önceki tırmanışlarımızda buna biz ‘’Şeytan Merdiveni’’ adını vermiştik! Bu rampa yazın III- IV derece kaya zorluğuna sahip, dışbükey eğimli ve bazı etapları bir metreden daha dar olan bir kaya seti aslında- altı ve üzeri ise vertikal veya negatif duvarlarla kapalı. Baharda ise bu rampa üzerinde çok sert bir buz örtüsü oluyor.. Neyse , rotanın devamı güney yüzünden zirve sırtına varıp üç zirveli doruğun orta ve en yüksek zirvesine ulaşıyor. Zirveye ulaşan sırt rotası oldukça boşluklu ve çürük kayadan oluşuyor. Rotanın inişi ise başka bir dert. Tüm bunlara karşın taşıdığımız teknik tırmanış malzemesini de saymalıyım: 1 adet 9 mm., 45 metrelik dry ip, 7 sikke (hepsi titanyum), 3 buz vidası, 8 karabina, 3 orta ve büyük boy friend takozu, 2 deadman kar emniyet plakası, birçok uzun ve kısa perlon bant halkası, emniyet kemerleri, HMS ve kilitli karabinler ve sticht emniyet aletleri; ve tabii ki kramponlar ve buz aletleri.
9 ocak sabahı erkenden yapılan detaylı bir kahvaltı sonrasında kamptan ayrıldık. Yanımızda teknik malzeme haricinde az yiyecek, birer litre sıcak sıvı ve bir de bivak torbası vardı. Rotaya girebilmek için Güzeller kuzey buzul çanağını tırmanıp, rampanın altındaki 55-60 derece eğimli kar yüzeyinin üzerinde bir platform kazdık ve burada biraz sıvı alıp malzemeleri kuşandık. Buraya kadar bir saatte gelebilmiştik. Bu arada hava tamamen açıktı ama feci soğuktu ve en az iki – üç saat, güneşi görene dek de böyle devam edecekti bu. Rotanın bu kısmı ancak öğlen güneşi görüyor, ama Allahtan hava sakin. Tırmanış başlıyor, Ertuğrul’a belden emniyet ile ip veriyorum. İlk ip boyu az eğimli sayılabilir, 60-65 derece sertçe kar var. Ertuğrul, tabakalı karda bazen derin batarak yükseliyor, bir ara emniyet atıyor- çekicin sikkeyi çakarkenki sesi sessizlikte çın çın ötüyor. İkinci bir nokta olarak ise bir friend takozu koyuyor ve ilk ip boyunu böylece bitiriyor, tırmanma sırası şimdi bende. Ortak korkumuz: bu rampa üzerindeki karın yekpare bir blok halinde kopup uçuruma düşmesi. Böylesi bir durumda , soldaki kayadan emniyet almış olsak bile rampanın altı boşluk veya negatif eğimli olduğu için boşluğa tonlarca kar- buz ile uçup duvara çakılma ihtimali yüksek; karı- ayak izlerini- bozmamak için azami dikkatle tırmanıyoruz. Arkadaşımın ara noktalarını toplayarak istasyona ulaşıyorum, Ertuğrul ikinci ip boyuna giriyor. Rampanın neredeyse üçte birini tırmandık, neyse ki kar daha sert ve tutarlı bir hal aldı. Ertuğrul daha rahatça tırmanarak kayadaki bir çatlağa bir takoz daha yerleştiriyor, zemin iyice dikleşti, eğim 70 derecelere ulaşıyor olmalı. Bu ikinci ip boyunun ortalarında karla kaplı koca bir mağara ağzı var, adam oranın tavanına da bir titanyum sikke çakıyor, ses karşımızdaki Güzeller kuzey duvarından yansıyıp bozularak bana garip çınlamalar şeklinde ulaşıyor. Karın ne kadar kalın olduğunu burada anlıyoruz: yazın , kar yokken bu mağaranın tavanı rampanın tabanından 8-10 metre yüksekte ve şimdi Ertuğrul uzanıp mağaranın tavanına sikke çaktı (bu arada, çakılı bıraktığımız sikkeleri daha sonraki bir yaz tırmanışımızda aradık ve kayada 5 metre kadar yüksekte olduklarını şaşırarak gördük.. varın bu rampadaki kar kalınlığını siz düşünün!)
Mağaradan sonra, çok dar, yazın IV derece zorlukta olan dik bir etabın olduğunu hatırlıyorum. Ertuğrul burada gözden yitiyor -yine uzaktan uzağa çekiçleme sesleri geliyor, ip hareket edip duruyor, geri iniyor, yine hareket ediyor. Bu arada rüzgar bastırdı ve bulutlar oluşmaya başladı. Friend ve sikkeden oluşan istasyona bağlı olarak biraz uzun durmuş olmalıyım ki ayaklarım zemindeki karın soğuğunu emmeye başladılar ve parmaklarım hissizleştiler çabucak. Kanı harekete geçirmek ve biraz ısınmak için olduğum yerde tepinip ayaklarımı oynatmaya , zıplamaya başladım. Ertuğrul’un beni duyamayacağını bilsem de, ipin son üç metresinin kaldığını avazım çıktığınca bağırdım. Bir metre ötemde yüz küsür metrelik bir uçurum var ve yakınına gitmiyorum bile.. Neden sonra uzaklarda gelen boğuk bir ses: ‘’Geeel!’’ Ertuğrul ipin kalan azıcık boşunu alırken, ben de istasyonu söküyorum ama sikkeyi kayada bırakıyorum- buradan iple inerken ona ihtiyacımız olacak. Yine tırmanıyorum, kramponlarım sert kar-buzda gıcırdıyorlar- kazmayı sertçe hamlelerle saplıyorum kara, altımdaki uçuruma kar ve buz parçaları uçuşuyorlar ve yüzlerce metre aşağıya, boşluğa uçup rüzgarla dağılmalarını bir an seyrediyorum.. Tırmandığım yerden 6 metre kadar altta kar- buz bitip negatif bir uçurum başlıyor. Ertuğrul’un iki sikke ile bir istasyon oluşturduğu yerde, yine zorca bir etaba geldiğimizi anlıyoruz, Sıyımalık (C1)- Sulağan Kaya beli görüşümüze girdi artık. 3. ip boyunda yine Ertuğrul’a ip veriyorum, ara sıra homurtularını ve söylenmesini duyuyorum. Durumdan hoşnut olmadığı gayet açık. Dar yeri orta boy bir friend takozu koyup geçmiş, az sonra da bir sikke ile beni emniyete alıyor. Kar burada çok çok kötü, eğime rağmen karın sertliği helva gibi! Kopup gitme ihtimali var- altında da temiz ve tutamaksız bir kaya yüzeyi.. Mümkün olduğunca hızlı tırmanarak riskli yeri gerimde bırakmayı amaçlıyorum.. Bazı yerde belime kadar batan kardan istasyona, Ertuğrul’un yanına vardım. Şimdi de Ertuğrul 4. İp boyuna giriyor: derin karda riskli gözüken bir yan geçiş bu. Duvara çakılan iki titanyum sikke durumu biraz olsun kurtarıyor. Yine uzaktan duyulan ‘’Geeeeel!’’ sesi.. 5. İp boyu yarım kalacak gibi gözüküyor; sırta varacak çünkü.
İstasyonumuz olan friend takozuna bağlı olarak Ertuğrul’a ip veriyorum, o da yazın dik ama kolay bir kaya etabı olup, şu anda 80 derece kadar eğimli sert kara dönüşmüş olan bu etapta tırmanıyor. Sırta ulaştığını görüyorum, buz parçaları aşağı, bana düşüyorlar. Arkadaşım 20 metre kadar uzakta, görünmeyen bir noktadan ipin boşunu toplarken gelmemi bağırıyor. Bu etapta ara emniyet atmamış. Kar-buzu rahatça tırmanıp sırta, güneşe varıyorum. Sırtın üzeri pis bir yer doğrusu- yazın böyle değildi hiç! Arkada Akkapız boğazına 100 metrelik bir yar iniyor, Ertuğrul böyle durumlarda hep yaptığı üzere beni belden emniyete almış; ben kazara sırtın sağına düşersem o da sırtın soluna atlayacak! Teoride anlamlı olabilir ama pratiği sakat.. İpi bir kar balkonundan dolayarak yanına ulaşıyorum. Karşımızda Güzeller Dağı biçimsiz bir taş yığını şeklinde – Sulağan Kaya zirve kütlesi de gözüktü artık. Her neyse rampa bitti. Orada 5 sikke bırakmış olsak da inişi oradan yapmak fikri ikimizin de hoşuna gitmedi.. çünkü geriye yan geçişler tehlikeli ve kar bazı kritik yerlerde çok batak. Üstelik az sonra aşacağımız çığ bölgelerini geri dönmek de riskli. Geceye kalacağımız kesin gibi gözüküyor, teknik etaplardan karanlıkta inmek uğraştırıcı olacak. Artık önümüzde taze ve derin kar yüklü 200 metrelik bir yan geçiş var- ve altı da kayalık bir uçurum! Sinir bozucu zeminde iple, teker teker, mümkün olduğunca kayadan kayaya geçerek ve derin izlerimizi bozmamaya çalışarak üç ip boyu ter döküyoruz. Sonunda dağın güney yüzündeki açık çarşaklı bir alana ulaşınca 14 saat süren tüm faaliyetin en uzun -10 dakikalık- molasını verdik.. Geride bıraktığımız sekiz ip boyunu 6 saatte çıktığımızı hesaplıyoruz. 3350 metredeyiz , havanın ısısı çok düşük, sıfırın altında 20 derece kadar olmalı. Gökyüzü bir garip oldu, tüy tüy beyaz cirrüs bulutları uçuşup duruyor. Yarın havanın bozacağını tahmin ediyoruz.
Bazen çarşak, bazen de derin kar veya sert kardan zirve sırtının girişine varabildik. Saat 15 civarında Aladağlara akşam kızıllığı çökerken manzara Güney ormanları, koskoca Kaldı Dağı, Vayvay silsilesi, uzakta Demirkazık’ın tanıdık ucu. Her şey bembeyaz ve donmuş çevremizde, kayaların üzerinde bile buz var. Boşluklu ve her iki yanı da uçurum olan keskin zirve sırtında II- III derece kayalardan tırmanarak doruğa ilerliyoruz, kayanın berbat çürüklüğüne ek olarak kar balkonları da engel olarak karşımıza çıkıyorlar. Bazı keskin sırtları ata biner gibi oturarak geçerken, bazı etapları da yan geçerek tırmanıyoruz. Soğuktan taşlar eldivenlere yapışıyorlar, hatta Ertuğrul’un böyle bir resmini bile çektim! Güneş Kaldı’nın ardından son sarı ışıklarını saçarak can verirken zirveye çok yakınız artık- altımızda Sulağan’ın dev doğu duvarı ve diğer yanda da iki yüz metrelik batı yüzü duruyor- zirveye giden son etap da bunların üzerinde, sırat köprüsü misali güvensiz ve dik duruyor! Son çabalarımız ile , tam 15: 45’te günbatımının kızıla boyadığı cirrus bulutları altında zirvedeyiz! İşte oldu.. Ama fazla durup keyfini çıkarma şansımız yok, gerçekten çok soğuk ve dönüş şartlarının kafamızdaki stresi bizi derhal inmeye zorluyor. Sadece , soğuğun dondurduğu makinemi manuel olarak çalıştırıp alabildiğim bir iki slayt karesi o anları belgeliyor.. Gökyüzü ve dağlar kızıldan donuk sarıya ve laciverde dönerken uzun dönüş yolumuza başladık. Aşağılarda Karsantı ve Güney ormanları çoktan kapkaranlık, uzaklarda köylerin soluk ışıkları göz kırpıyor.. Tırmanışı pek düşünemiyoruz- kafamız devamlı olarak çadıra sağ salim dönmek ve adım üzerine adım atmakla meşgul. Çıktığımız rotayı geri inmemek için gitmek durumunda olduğumuz yol feci uzun: C1 ve C2 dağlarının kuzeyinden Akkapız Boğazında alçalıp, bu dağların neredeyse 360 derece çevresinden dolaşarak C1 – Güzeller Doğu geçidine geri tırmanacak ve Güzeller Doğu kar kulvarından Güzeller Kuzey buzul çanağına geri ineceğiz! Yaz için bile, ortalama hızlı bir ekibe bir günlük yol.. Sabahtan beri sadece birer litre sıvı ve toplam on beş dakika mola ile ne kadar zevkli olacak kimbilir. Allahtan hava cam gibi açık ve güzel bir yarım ay var; yıldızların ışığı ile beraber herşey siyah – beyaz bir filmin kareleri gibi gözüküyor.
Çığ çanağı olabileceğini zannettiğimiz yerlerden kaçınarak yavaşlamayan bir tempo ile (bir an önce çadıra varıp sıcak birşeyler yiyip içmeyi ve uyku tulumlarına akmayı hayal ederek!) ine çıka gidiyoruz. Tırmanışa başladığımızın 12. saatinde C2 dağının güney sırtında bir yerlerden, 3300 metreden Adana’nın ışıklarını seyrediyoruz- çok yakın gözüküyor, elini uzatsan tutacaksın neredeyse. Oysa Adana buraya en az 130 kilometre uzaklıkta.. Soğuk esen ve içe işleyen bir rüzgar altında traversi sürdürürken Bolkar dağlarının ardından çakan şimşekleri görüyoruz- endişe verici, ama muhteşem bir manzara. Sessizce çakan şimşekler kış gecesinin ufkunu yırtıyorlar. Bu sonsuz tempo içinde ikimiz de bayıldık. Bitmiyor, bitmiyor.. En nihayet sessiz bir ayışığı içinde, keskin gölgelerle boyanmış Güzeller Doğu geçidi ve karanlık, ıssız Doğu kulvarı. Tırmandığımız ‘Şeytan Merdiveni’’ ve Sulağan Kaya batı duvarı ayışığına boğulmuş.. altından geçerken pırıl pırıl parlıyor. Nihayet, 14. saatte çadıra varıp tulumlarımızın korumasına teslim oluyor ve bol sıcak sıvı alıyoruz. Sonraki hatırladıklarım,ocağın gürültüsü ve ılık bir uyku.. Ertesi sabah laf olsun diye Lahitkaya Dağının ilk kış tırmanışını yaptık. Gidiş ve dönüş ancak 3 saat alıyor- dünkü aktivitemize kıyasla pek cılız! Gökte berbat ve yoğun cirrüs ve alto stratüs katmanları geziniyorlar. Sonraki günler için yaptığımız planlarımız bozulacak kesinlikle ama zaten yapacağımızı yapıp tatmin olduk.. Omuz silkip çadıra dönüyoruz ve günün kalanı dinlenmeyle geçiyor. Geceyarısı yoğun şekilde yağan yarım metre ıslak kar, bize bu tırmanış seferini bitirme zamanının geldiğini belirtiyor. Tek meselemiz buradan Çukurbağ köyüne olan yaklaşık 20 kilometrelik yol.. Öğleden sonra gri gökler ve sert bir tipi altında, dış giysilerimiz sırılsıklam şekilde köye giriyoruz.. İşte bir tırmanışın, güzel bir tırmanışın daha sonu..
|
Bu yazı yorumlara kapalı.