AMA DABLAM (6856 m.) Nepal- Himalaya 2004
AMA DABLAM – İLK GÖRÜŞTE AŞK…
Her güzel tırmanış bir hayalle başlayıp beden bulmaz mı? Harika ama erişilebilecek kadar da yakın bir hayaldi Ama Dablam. Kartpostal ve kitaplarda çok defalar incelediğim Ama Dablam’ı, Everest tırmanışı için Nepal’deki Khumbu boğazında yürürken ilk kez gerçekten görmüştüm. Arazideki bir dönemecin ardında ortaya çıkan muazzam dağ manzarasında şahane bir motifti o. Bu dağdan etkilenmemek olası değildi, göğe işaret eden buz ve kayadan bir parmaktı adeta. O zamana kadar Tien Shan Dağlarındaki Khan Tengri’nin kusursuz dört köşe piramidini hep dünyanın en şekilli dağı olarak düşünürdüm, ama yanılmışım. ‘Himalayalar’ın Matterhorn’u’ olarak tanınan Ama Dablam, ilk görüşte aşktı benim için. Ne romantik düşünce diyeceksiniz şimdi; ama tırmanış ve dağcılık da bir tür aşk aslında..
Everest tırmanışından sonra 2004 yılında bir kez daha Nepal’e gidebildim ve bir rehberlik fırsatının yanında, 6000 metrenin üzerinde bir dağ olan Island Peak’a tırmandım. Bu arada Ama Dablam’a daha yakından ve farklı yönlerinden bakma fırsatım da oldu, ama tırmanış şansını yakalamak ancak bu yılın ekim ayinda nasipmiş. Artık Khumbu boğazında trekking rehberliği yapıyordum – gerçeğe dönüşen bir arzum daha! 2004 yılının eylül ayında Everest Ana Kampı’na Explorer’in düzenlediği trekking turunda rehberlik yapacaktım. Yıl boyunca, Everest tırmanışından tanıdığım ve yüksek irtifa ekspedisyonları organize eden bir dağ rehberi olan Kanadalı Tim Rippel ile mümkün olan en ucuz Ama Dablam tırmanışı için yazışmıştım ve şimdi de vakit gelmişti: yürüyüş turu bittikten sonra Kanadalı tırmanış ekibiyle Namche kasabasında, 29-30 eylül gibi buluşacak şekilde organize oldum.
Gerçekten çok eğlenceli yedi kişilik bir ekiple Everest Ana Kampı yürüyüşünü yapıp, 5545 metrelik Kala Pattar zirvesinden Everest’i seyrettikten sonra onları yağmurlu, gri bir sabahta Namche’den aşağıya yolculadım. Aynı gün, tırmanışı beraber yapacağımız müstakbel ekibimle buluştum; aslında bu ekibin çoğu için Ama Dablam rehberli bir tırmanıştı çünkü Tim ve benim haricimde hemen herkesin ilk yüksek irtifa tırmanışıydı ve hatta ilk zorlu tırmanışları olacaktı!. Ekip kısaca şu kişilerden oluşuyordu; ekspedisyonu organize eden ve lider konumundaki dostum Tim Rippel, iriyarı, güçlü ve sempatik bir itfaiyeci olan Wally Reisinger, tombul ve espiritüel bir doğa sporları okulu eğitmeni olan Paddy Mcguire, tek el parmağını bir kazada kaybetmiş, halen MS hastalığından muzdarip olan ve ekibin en genci durumundaki Joe Hall, Mehran Ramsey ve Aman Nouri adlarındaki, yaşı ellilerinden ötede olan ve çok iyi niyetli, bana devamlı ‘gardaş’ diye hitab eden iki İran asıllı Kanadalı.. Bu Batılılar haricinde mutfak görevlimiz Ang Karsan Sherpa ve tırmanış Sherpamız olan Nima Dandi Sherpa vardı. Neyse, Namche’de birbirimize biraz olsun alışıp tanıdığımız iki gün geçirdik çünkü ekip henüz Katmandu’dan geliyordu ve hiç aklimatize değillerdi; ben ise, ne kadar güzel ki, 5500 metreden geliyordum ve iyi aklimatize olmuştum. Bu iki gün boyunca çevrede yürüyüp dağları seyrettik ve ben de bulduğumuz her tırmanışa uygun kaya parçasında şahane boulder çalıştım (ve çalıştırdım)!Sonraki iki günümüz 3900 metrede, bölgenin en büyük manastırının olduğu Tengboche köyüne ve 4000 metredeki Pangboche köyüne yürüyerek geçti, hava genelde kapalı ve yağışlıydı. 4700 metredeki Ama Dablam Ana Kampına çıkmamızdan önce Pangboche’de ikamet eden önemli bir Budist rahibi olan Lama Geshi, tırmanışımızı kutsamak üzere bir Puja töreni düzenledi. Budist memleketlerinin dağlarında görülen bu adete göre, bu dağlarda yaşadığına inanılan tanrılardan izin alınması gerekiyor ve puja töreni olmadan Sherpa’lar dağa adım atmıyorlar gerçekten. İlginç, tören sırasında hava sisli ve griydi; törenin ortasında hava birden açıldı ve Ama Dablam bulutların arasından, güneşin içinden beliriverdi! Bu bir işaret mi? Velhasıl, Lama’nın verdiği ve zirveye giderken taşımamızı, zirvede Everest Dağı’na doğru tutmamızı istediği ‘okunmuş’ bir kartı ve kutsal emanet olan ‘okunmuş pirinçleri’ de alarak, ağırlığı bir tonu bulan malzememizi taşıyan yaklarımızla beraber ana kampımıza yola çıktık. Sisli ve nemli bir havada, buz gibi soğukta ana kampın kurulacağı yeşillik düzlüğe ulaşıp, tüm öğleden sonrayı kampı kurup eşyaları düzenlemekle geçirdik. Mutfak çadırı ve yağışlı günlerin içinde geçirileceği devasa 18 çubuklu ‘yemek çadırı’ kurulunca, becerikli aşçımız Ang Karsan çoktan yemekleri pişirmeye başlamıştı bile.. Kamp yeri boştu; sadece on gündür iyi hava bekleyen ama onun yerine havasını alan bir Kore ekibi vardı çayırda. Ama Dablam ise görünürlerde değildi, artık neredeyse tabanına gelmiş olmalıyız ama yoğun, pamuksu bulutlar görmeyi engelliyor..Planımız dağın tabanında patikayla ulaşılan bir yerde, 5500 metrelerde bir ileri ana kamp kurmak ve ağır malzemeyi buraya yaklarla taşımak; rotanın geri kalanında herşeyi biz sırtımızda taşıyacağız. Tim’in planı, kendine yeteceğinden emin olduğu benim ve Wally’nin özgür bir ekip olarak çalışması, geri kalanlarla ise kendisi ve Dandi’nin ilgilenmesi.. Ertesi sabah hava açıktı ve Ama Dablam tepemizde gökleri delercesine dikilmişti. Bu etkileyici manzarayı bütün gün seyredip içimize çekerek yukarı kamplara gidecek çadırları, ipleri, teknik tırmanış malzemesini ve yiyecekleri ayırdık, denetledik ve istifledik. Her yüksek kampa kaç çadır, ocak, tencere, gaz ve yiyecek gidecek, ne kadar ip ve teknik malzeme taşınacak? Tüm bunlar çok önemli detaylardı ve eksiksiz olmaları gerekiyordu. Günün kalanında Tim benden kampın üzerindeki kayalıklarda ekibin jumarla tırmanış ve iple iniş eğitimini tazelemek için dik ve yan geçen ip hatları kurmamı rica etti ve ekiptekiler günün kalanında bunun pratiğini bolca yaptılar. Neyse, ertesi gün yaklar 5450 metrede patikanın ulaştığı ileri ana kampa yükü çıkardılar, biz de biraz daha yiyecek ve gazın yanısıra şahsi malzemelerimizi de sırtlanarak yola düştük; üç saatlik yokuş yukarı bir yürüyüş ile tam karşıda 6680 metrelik keskin sırtlı Kangtega dağına nazır, yanında ufak bir su kaynağı olan kamp yerine ulaştık. Yolumuz, bizi daha sonradan adı garibanlar arasında ‘Misery Hill’ (sefalet tepesi!) olarak konulan otluk, süper manzaralı bir sırttan geçirmişti. Ama Dablam buradan bakınca tamamen şekil değiştiriyor ve sadece buz ve kayadan oluşmuş bir üçgen olarak gözüküyordu. Kampa üç çadır kurduk, ortalıkta takılıp yedik, içtik, çalıştık ve akşam olurken ana kampa dönüşe geçtik..Ertesi gün, bu kampa yeniden çıkıp uyuduk ve daha ertesi gün de tırmanış yükünü, çadırları, ipleri, herşeyi sırtlanarak ağır çantalarla 1. kampa hareket ettik. Yük taşıma başlamıştı, bu tırmanışın sonuna kadar, iniş de dahil, çok ağır yükler taşıdık gerçekten. Artık Ama Dablam’ın sırtlarına giriyoruz, birkaç yüz metre kadar devasa kayalar ve taşlıklardan oluşmuş bir arazide yükselip kapkara bir kaya slab’ının tabanına geldik. 100 metre kadar bu temiz slab etabından tırmanıp 1. Kamp yerine vardık; 5700 metredeki bu kamp gerçekten çok havadar. Çadırların bir metre yanı yüzlerce metre uçurum! Biz de, daha ileride kendi kamp yerimizi açtık ve düzledik, uzun, yorucu bir uğraş ile taş taşıdık, yer kazdık ve kar küredik. Sonunda üç çadırımızı da negatifli, korunaklı bir kaya yelkeninin altına kurup içine taşıdığımız tüm gaz, yiyecek, ip vb. malzemeyi atmıştık.. Aşağı inip dinlenme vakti. Kullandığımız taktik tipik bir Himalaya tırmanış taktiği; düzgün aklimatizasyon için yükseklere yük taşı, kampı kur ve geceyi bir aşağıdaki kampta geçir, ertesi gün yüksek kampa geri çık.. Böylece ileri ana kampa geri inip lapa lapa yağan kar altında huzurlu bir gece geçirdik, ama bu yükseklikte çok iyi uyku kalitesi yakalayamadım daha. Ertesi gün hava niyeti bozmuştu, tüm gökyüzü tül gibi ince bir sirrüs bulut tabakasıyla metodik tarzda istila edilmekteydi ve güneyden (Hint Okyanusundan) geliyordu bu nemli cephe. Normalde ekim ayında olması gereken hava Tibetten esen kış rüzgarları nedeniyle çok kuru, soğuk ve açıktır; bu jetstream denilen yüksek irtifa rüzgarı, bölgede yaz boyunca hakim olan nemli ve yağışlı muson iklimini ekim ayından itibaren güneye, okyanusa geri sürer. Ama bu kez nemli hava geriye geliyordu (bazı yıllarda muson normalden iki hafta daha uzun sürüp bol yağış bırakabiliyormuş). Biz de, en az iki gün süreceğini düşündüğümüz bu kötü hava nedeniyle ana kampa inmek kararına vardık. Haklıymışız; ana kamptaki iki gün boyunca şiddetli kar yağışı oldu. Bu arada biz yukardayken kamp yerine en az altmış kişi ve beş ekspedisyon daha gelmiş! Almanlar, İtalyanlar, Amerikalılar, Basklılar.. Neyse ki, işler yolunda giderse bu insan kalabalığı tırmanışa girişmeden önce biz işimizi bitirip dağı terkediyor olacağız. Ama Dablam, teknik zorluğuna karşın Nepal’in en popüler ve dağcı çeken zirvelerinden biri. 10 ekim günü ana kamptan ağır yüklerimizi sırtlanıp önce ileri ana kampa, sonra da 1. kampa çıktık. Artık dağda sadece Wally, ben ve Tim tırmanıyoruz, ekibin kalanı hastalik, yorgunluk, yılgınlık vb. çeşitli sebeplerden ötürü henüz ileri ana kamptan yukarı çıkmadı ve bir kısmı ileri ana kampta uyumadı bile. 1. kampa çıktığımızda yakıcı bir güneş vardı ve manzara adeta gerçek dışıydı; ardımızda Ama Dablam, önümüzde tüm Khumbu zirveleri: ufukta bir uçtan diğerine Gyakungkang, Cho Oyu, Tawoche, Cholatse, Gauri Shankar, Parcharmo, Karyolung, Kang Rimpoche, Thamserku, Kangtega ve adını bilemeyeceğim sayısız başka doruklar. Gün batıyor ve aşağımızda uzanan Khumbu boğazı tam bir bulut denizi.. Ama Dablam, artık çok yakınında olmamıza rağmen uzlaşmaz ve çok dik gözüküyor; keskin sırtlar, sarı – kara granit kuleler, mavi – türkuvaz renklerde parlayan serak bantları, bembeyaz, oluk oluk buz duvarları.. Kamp yerimizdeki kayalara aşağıdan getirdiğimiz rengarenk dua bayraklarını bağlıyoruz.Tipik olarak, yüksek kamplardaki gün ve gecelerimiz kar ve buz eritmekle, bol sıvı almakla dolu dolu geçiyor. Ana kampta günde üç öğün mükemmel yiyecekler yiyor olmamıza rağmen, yüksek kamplarda hazır çorba, hazır Çin makarnası, tuzlu kraker, bisküvi, peynir, fıstık ezmesi, reçel, çikolata ve müsli’den oluşan bir menümüz var ve bir süre sonra bunlar çok tatsız gelmeye başladı.Ertesi gün, ileri ana kampa geri inip bir posta daha ağır yük ve ip taşıyoruz 1. kampa, in çık, in çık, bitmiyor.. bu tür dağcılığın da bu yanı biraz sıkıcı olabiliyor işte, ama sonuçta tüm bu yük ve malzemeyi biz kullanacağız. Dağa sadece bizim ekip (3 kişi) 500 m. ip taşıdık ve sabitledik; ekspedisyon sonunda öğrendiğime göre, tüm rotaya 2000 metre kadar sabit hat ipi döşenmiş! Tabii tüm ekipler bunun yapılmasını paylaşıyorlar bu tür tırmanışlarda ve zor etaplara da, biri inişe özel olmak üzere en az iki üç tane sağlam ip hattı döşeniyor.12 ekim günü 1. kamptan, yine çok ağır çantalarla yola çıktık; bu kez amacımız 2. kampa yük taşımak ve olabildiğince yukarı tırmanıp sabit hat döşemekti. Gerçek tırmanış şimdi başlıyordu; kayalık zeminde, bazen oldukça dik etaplardan tırmanarak ilerledik ve kah yatık kolay slabları geçerek, kah dik bacalar, temiz granit yüzeylerden tırmanıp yan geçerek yükseldik. Tırmanışın 2. kampa kadar olan etabı genelde kar – buzdan yoksun kaya tırmanışıydı ve rota çoğunlukla dağın güneybatı sırtının doğu tarafını izliyordu. Birçok yerde Kore ekibinin döşediği adi naylon ipten sabit hatlar vardı. 5900 metreden önce, altın rengi granit üzerinde yaklaşık 100 metrelik bir etap tırmandık; ortalama III, IV derece denilebilecek bu dik etap gerçekten çok zevkliydi, bir de sırtta bu ağır çantalar olmasaydı! Nihayet büyük bir boşluk hissi ile, bazı kaya dişlerinin çevresinden ve dağın batı duvarı üzerinden dolanarak keskin bir sırta çıktık; artık her adımda altımız 1000 metre kadar uçurumdu, hem de her iki yanda.. ve kilit etap: yellow tower (sarı kule)! Dimdik, sonu negatifçe bir granit kulesi bu. Sarı kuleyle ilgili bir anekdot: Pakistan’daki Broad Peak Dağı tırmanışından tanıdığım Alman rehber Robert Rackl maalesef geçen sene burada, sabit hattı kopartıp düşünce hayatını kaybetmişti.. Kısaca sabit hatlara gözü kapalı güvenmemek gerekiyor, biz de kendi ipimizi sabitleyerek tırmanıyoruz. Dik, pürüzlü yapıdaki granit kayada tırmanış harika ama 6000 metrede olduğumuz için havadaki oksijen yetmiyor, basamaklar çok kıt, çanta çok ağır ve kaya zor (bu etapta V+,VI derece). Nefes nefese etabı bitirip kendimize gelmek için mola veriyoruz. Neyse, keskin bir kar sırtının sonunda işte 2. kamp; yükseklik 6000 metre üzeri. Kamp yeri berbat denilebilir, bir sivri kulenin üzeri (misal olarak, Demirkazık kuzeybatı sırtının kulesi üzerine çadırınızı kurmayı düşünün!) . Neyse ki bu kampı uyumakta kullanmayıp zirve tırmanışında doğrudan 3. kampa atlayacağız, burada sadece malzeme depomuz olacak. Taşıdığımız çadır, gaz, vb. herşeyi buraya depolayıp yola devam ediyoruz; bu kez buz aletlerimiz ve kramponlarımız ile sırtımızda yüzer metre ip var hepimizde. Keskin bir kılçığı geçip, önce 55 derecelik masmavi bir buz kulvarına buz vidaları ve kar kazıkları kullanarak ip döşedik, ardından süper, boşluklu ve miks bir traversle gri, benekli dokudaki granit kayalıkların tabanına geldik. Buradan arkaya kıvrılıp olağanüstü bir buz – miks kulvarına girdik, kulvarı 120 metre kadar kramponlayıp çok dik bir omza tırmandık. Bu kulvar muhtemelen rotanın en zevkli ve tırmanışı kayda değer etabıydı: kapkara, 60 derece ve üzeri eğimde buz ve aralarda sağlam granit.. Bu arada hava grileşip sis gelmeye meylediyordu; Tim çıktığı 6150 metre yükseklikte olan omuzdaki kara emniyet olarak bir kar kazığı çaktı ve sabit hat ipi olan 7 mm.lik statik ipi ona sabitledi, artık iniş vaktiydi. İsabet, hava çok soğumuş ve sert, içe işleyen bir rüzgar başlamıştı. Hızlı davranarak 1. kampa indik ama bu arada korkutucu bir elektrik fırtınası başlamıştı . Sis içinde kafamıza bir şimşek yeme fikrinin dehşetiyle, saçlarımız elektriklenerek, havadaki ozon kokusunu içimize çekerek kampa varabildik. Tüm gece şimşekler çaktı, aralıklarla kar yağdı ve dengesiz bir hava hakim oldu. Bulutlar, kar, dolu, tipi…..Ertesi gün bariz olarak kötü bir hava cephesi gelip dağlara çöreklenmişti ve kar yağışı aralıklarla devam ediyordu; bu kampta bekleyip yiyecek ve gazımızın yanısıra sabrımızı tüketmek yerine ana kampa inmek ve kötü havanın dağı terketmesini orada beklemek kararı aldık. Evvetttt, bir kez daha doğru karar: takip eden üç gün fena halde kar yağdı, ana kampta bile otuz santimetre kar vardı artık! Tüm ısıtıcı donanımlarımız (kaztüyü ceketler, kalın tulumlar vb.) 1. kampta olduğu için, ana kampta zavallı bir serseri, bir homeless misali üşüyordum; neyse ki milletten ceket filan ödünç aldım da idare ettim durumu. Hele Namche’den ana kampta kullanmak için aldığım taklit, Çin yapısı uyku tulumu; geceleri herşeyim üzerimde olarak bu zar gibi incecik tuluma giriyor ve sabah erkenden titreyerek kalkıyor, mutfakta hazır olduğunu bildiğim sıcak çaya ve kahveye koşuyordum! Günün erkeninde buz gibi kayalarda boulder yaparak kanımı harekete geçiriyor, ancak ısınıyordum…
Velhasıl 16 ekim sabahının erken saatlerinde öten ur kekliklerinin şapşal çığlıkları beni kendime getirdi: bugün yukarı gideceğiz.. İleri ana kampa uğrayarak 1. kampa çıkıyoruz; bizim ekipten sadece Wally, ben ve Dandi Sherpa varız. Hava çok oturmuş ve açık gözüküyor; zirve için beklediğimiz hava bu işte! Coşku içindeyim.
17 ekim sabahı erkenden kalkıp 22 kilo civarındaki yüklerimizi sırtlandık ve 3. kampa doğru tırmanışa başladık; artık tanıdık gelen etaplar üzerindeyiz. Hava yine çok açık, tipik ekim havası. Dağımız adeta biz çağırıyor! Aklimatize olduğumuz için görece hızlı şekilde 2. kampa tırmanıyoruz, ancak sarı kule etabı ağır çantalar yüzünden bir kez daha çok yorucu oluyor. 2. kamptaki depomuzda plastik ayakkabılarımın üzerine yalıtımlı süpertozluklarımı çekiyorum ve kazma krampon kuşanarak yola devam ediyoruz. Miks kulvar, dik omuz ve sırtlar, dik bir buz yüzü ile yükselmeye devam, tırmanış çok güzel ve devamlı olarak son derece dik!.. keskin ve kısa dik etaplarla bölünmüş olan yatık Mushroom Ridge (mantar sırtı)’i geçiyoruz, sonunda da 6300 metredeki 3. kamp! Burası, Ama Dablam Dağı üzerindeki tek düzlük ve bir serak duvarının üzerindeki yaklaşık 200 metrekarelik bir kar alanı.. manzaramız 180 derece Himalayalar, diğer tarafı ise dağımızın dev kütlesi istila etmiş. Benimle aynı zamanda gelen Alman rehber arkadaşım Luis Stitzinger ile çadır yeri düzlemek için saatlerce kürek sallayıp üç dört çadır kuruyoruz; bizim çadırın bölüştüğümüz parçaları henüz gelmeyen Dandi’de olduğu için haybeye Alman çadırlarını kurmaya yardım ediyorum. Sonunda bizimkiler de geliyor ve günün batmasına yakın saatlerde çadırımızın içinde yiyip içiyoruz, önceliği bu yükseklikte kurumaya yüz tutan vücutlarımızı rehidre etmeye, bol sıvı almaya veriyoruz.. Karanlık hızla basıyor ve dışarıda hoş olmayan uğultularla esen bir rüzgar hakim. Çok derin olmasa da yeterince uyuyup dinlendiğimiz bir gece geçiriyoruz.Sabah üçte bizimkileri uyandırdım; hava ayaz. Rüzgar bir gıdım bile azalmamış dışarda ve tuvalet için dışarı çıktığımda kelimenin tam anlamıyla kıçım donuyor! Isı en azından –25 derecelerde olmalı.. Termosları doldurup hazırlanarak harekete geçmemiz saat altıyı buluyor. Dışarıda soluk, cansız renklerde bir sabah başlamış ve Ama Dablam’ın dev gölgesi kuzeybatıda, taa uzaklardaki dağların üzerine düşüp karartmış..Buz gibi havada kaztüyü ceketlerle tırmanıyoruz, güneş dağın diğer yanında henüz ve ısıtıcı, hayat veren ışınlarının bize varmasına ne yazık ki daha çok var. Rotamız kamptan birdenbire dik başlıyor ve 200 metrelik bir kar- buz kulvarıyla tam yanımızda ve yukarımızda duran, ‘Dablam’ olarak tanımlanan büyük serak buzul duvarının sağına doğru gidiyor. Önümüzde dört kişilik bir ekip var; bir batılı ve üç Sherpa. Sherpa’lardan biri Everest’e ana kamptan 8 saatte tırmanıp dünya hız rekorunu elinde tutan Pemba Dorje! Diğer Sherpa’lar ise onun kardeşi ve kuzeni (aile şirketi bu olsa gerek!), Batılı adam ise onları kiralamış olan Avusturyalı Paul. Ayaklarımdaki soğuk hissizlik dışında gayet keyifli ve tempolu gidiyorum; sanki 6500 metrede değilmişim gibi hissediyorum! Kulvar bitiminde buzun dikleştiği yerde önümüzdeki ekibi yakalıyoruz ve ‘Namaste!’ çekerek selam sabah ediyoruz karşılıklı; Pemba ve ekibi ellerindeki tüm ipleri sabit hat olarak rotaya döşüyorlar. Rotada kolay yerlerde sabit hatı kullanmasak da, dik ve riskli olduğunu düşündüğümüz her yerde sabit hata giriyoruz. Dablam’ın sağ yanında iki ip boyu kadar mavi, 65 – 70 derece eğimde buz tırmanıyoruz; hava hala çok soğuk ve sert bir esinti karları savuruyor. Neyse ki bu etap sonunda sabahın ilk güneşine ulaşıyoruz, fiili olarak ısıtmasa da güç veriyor!Fiziken çok iyi ve moralman kuvvetli hissediyorum; sadece ayaklarım çok soğuk, yalıtımlı süpertozluklara rağmen. Umarım donmazlar, her adımda ayak parmaklarımı bot içinde oynatmaya gayret ediyorum. Dablam serak bandının üzerindeki ufak düzlükten sonra geçmemiz gereken derin bir bergschrund buzul yarığı var; çatlak tepedeki buz yüzünü alttaki Dablam’dan boydan boya ayırıyor. Bunu geçmemiz çok dert olmuyor, yukarıda ise Himalaya ve And dağlarına has ‘fluting’ denilen, yolak yolak olmuş buz – kar oluk ve sırtlarıyla süslü bir yüz uzanıp gidiyor. Zirve uzak değilmiş gibi gözüküyor, yaklaşıyoruz sanki! Buz olukları ve keskin sırtlar üzerinde tırmanıyoruz; altımız artık iki kilometre kadar boşluk ve işin fenası, buna çok alıştık, umursamazca davranmaktan korkuyorum. Diklik genelde 55-60 derece kadar ve etap etap daha da dik veya daha da yatık oluyor, aslında çok dik değil ama oldukça devamlı. Kar çok sert değil ve bazen kramponu vurunca ayak altında çöküyor, dikkat gerektiren türden, helva gibi bir yapısı var. Ama neyse ki genelde iyi ayak izi açılabiliyor bu karda.Bir noktaya geldik ki, artık sabit hat ipi yok çünkü döşediğimiz ip bitti! Sherpalar ve bizim ufak ekip bir adet ipi sabitleyip tırmanarak ilerliyoruz. Bir kişi çıkıp ipi sabitliyor, herkes de sırayla tırmanıyor. Bu zirveye kadar böyle gidecek anlaşılan.. Kramponu vur, buz aletini köküne kadar göm, bir adım daha, bir adım daha! Tüm dağlar çevremizde aşağılarda kalmaya başladı artık, gök koyu lacivert, hatta siyahi.. Şöyle bir dönüp geriye, ufka baktım, siyah beyaz keskin dişler gibi dağlar ve derin, kahverengi vadilerde akan gümüş nehirler, Himalayaların ortasındaki bu dev kaya ve buz piramidinin neredeyse doruğundayım.. ve tırmanıyoruz! Mutluluktan öleceğim neredeyse.Sonunda, 6 – 7 ip boyu sonra artık eğim biraz yattı ve dümdüz, uzunca bir alana ayak bastık, burası Ama Dablam’ın kutsal zirvesi.. Birdenbire, tırmanış süresince dağın kuzeyinde kalan ve göremediğimiz Everest kütlesi belirdi, Nuptse, Everest, Lhotse, taa doğuda Makalu, çok daha uzaklarda Kangchenjunga! Cebimde benimle zirveye seyahat eden Lama Geshi’nin verdiği kartı okşuyorum; demek ki seni buraya çıkartmam mukadddermiş. Çok mutlu ve duygulanmış hissediyorum kendimi. ‘Dünyanın en güzel dağı’nın zirvesinde 40 dakika geçiriyoruz. İnanılmaz bir durum.. Sanki zihnim benden ayrı bir yerdeymiş veya bedenim bana ait değilmiş hissiyatını yaşıyorum, çok garip. Yorgunluk yok, sıkıntı yok, soğuk yok, başka bir evrendeyim.. Rüzgar bitti ve güneş kavuruyor, yine de hava sıcak değil, –15 filan olmalı ısı. Ayaklarım ise hala çok soğuk.Bir zirveden daha inmek vakti. Doruğu terkedip ip boyu ip boyu yükseklik veriyoruz. Yolda, güneş iyice sıcaklatınca düz bir yerde durup çantama oturarak botları korka korka çıkartıyorum; ayaklarım biraz hissiz ama neyse ki donmamışlar, sadece çok üşümüşler! Yalıtımlı süpertozluk olmasaydı şüphesiz donarlardı.. Neyse, dağımıza sağlıkla tırmandık ve şimdi en büyük mesele tek parça inmek; önümüzde binlerce metre uçurum bizi bekliyor. Öğleden sonranın ileri saatlerinde 3. kampı topladık ve aşağılardaki vadiye oturmuş bir bulut denizi eşliğinde inişe devam ettik; manzara fantastik denilecek kadar sıradışı, durup uzun uzun seyretmekten kendimi alamıyorum. Akşam pembelikler içinde basıyor ve karanlık, sarı kulenin biraz altında iplerde inerken yakalıyor bizi; son dik etapları gecenin karanlığında, kafa lambasının parlak led ışığında yapıyorum. Sihirli bir gece, hava çok durgun. Çadırın ağzı açık uyudum; gece kalkıp kalkıp ayışığında yıkanan dağımızı seyrettim. Garip bir zihni hareketlilik bana çok uyku vermedi bu gece.Ertesi gün, tırmanışı sağlıkla ve başarıyla bitirmenin huzuruyla pılıyı pırtıyı toplayıp, son bir kez, külçe gibi çantalarla ana kampa doğru yola koyulduk. Tek tatsız olay, Wally’nin önceki günden beri hissiz olan ayak başparmağının donmuş olmasıydı. Kampta ekibimizin kalanı tarafından krallar gibi karşılandık; Dandi Sherpa o kadar mutluydu ki olduğu yerde zıp zıp zıplıyordu. Sanki biz ondan farklı mıydık? Hikayenin gerisi zaten her tırmanışın sonu gibi, eve dönüşten ibaret………….. Kasım 2004, Ankara
Bu yazı yorumlara kapalı.