12 Ocak 2008

İMJATSE (6189 m.) Nepal- Himalaya 2004

n01.jpgimjatse-197.jpgn05.jpgn07.jpgn06.jpgn08.jpgn09.jpgisland-peak-1.jpgisland-peak-dorjee.JPG

 

 İMJATSE (İSLAND PEAK)- HİMALAYA’DA UFAK BİR TIRMANIŞ..

Arkadaşım Volkan Hürsever ile 2004 yılı mart ayı sonunda  Everest Ana kampına yürüyüşe gidecektik ve Nepal’de geçecek  24 günümüz vardı. Bu kadar sürede yürüyüş yapmanın yanısıra yüksek bir zirveye de çıkılabilirdi, ama hangisine? Tırmanış çok uzun sürmemeliydi ama yüksek bir dağa tırmanılmalıydı.. Fikrim 6189 metrelik İmjatse (İsland Peak)  tırmanışına girişmek yönündeydi.

Tırmanış hikayesini anlatmadan önce Nepal’de hükümetçe belirlenmiş dağ sınıflamalarının üzerine durmam doğru olur zannederim. Himalaya dağlarının Nepal’e ait kısmında hükümetçe  tırmanışa açık olması onaylanan tüm dağlar ya ‘trekking peak’ (trekking zirvesi) ya da ‘expedition peak’ (ekspedisyon zirvesi) olarak sınıflandırılmışlar. Ancak bu sınıflama sadece yükseklikle alakalı; yani teknik zorluk gözönüne alınarak yapılmamış. NMA (Nepal Mountaineering Association – Nepal Dağcılık Birliği) tarafından tırmanışa açık olduğu belirtilen 150 kadar zirvenin 6500 metre altında kalan 18 tanesi ‘trekking zirvesi’ sınıflaması adı altında geçiyor, kalanlar ise (yani 6500 metre üzerindekiler) tümüyle ‘ekspedisyon zirvesi’..  Tüm bunların ortak noktası ise, Nepal hükümeti dağları turizm kaynağı olarak gördüğü için hükümete tırmanış izni  için para ödemeniz gerektiği ve bu işlemin de bol miktarda bürokrasi içermesi!Bir de tırmanışa açık olmayan veya halkça kutsal sayıldığı için asla tırmanılmayan dağlar var tabii. Nepal hükümeti tırmanış izinlerini kendisi satmıyor, ‘trekking agency’ olarak geçen Nepal turizm şirketlerine  bu konuda yetki vermiş. Kısaca, Nepalde yapacağınız herhangi bir tırmanış için bu şirketlerle yazışıp  gereken izni onlar vasıtasıyla alıyorsunuz;  gereken tüm hizmet ve servisleri de çoğu zaman bunlar organize ediyor. Bu da enteresan şekilde, bu izni kendiniz alıp hizmeti kendiniz organize etmenizden daha ucuza geliyor ve kolay oluyor.         Tekrar gelelim ‘trekking zirvesi’ tanımlamasına. Yukarıda söylediğim gibi, teknik zorluklar bu tanımlamada anlam taşımıyor, 6500 metre sınırından alçak tüm tırmanışlar bu sınıflamaya sokulmuş. Bu zirvelerin bir kısmının tırmanışı dağcılık bilen birisi için görece kolay, mesela 6476 metrelik Mera Peak zirvesi oldukça basit ve sorunsuz  bir kar tırmanışı iken, ‘trekking zirveleri’ listesinde adı geçen 6367 metrelik Kusum Kangguru dağı bilinen zorlu Himalaya  tırmanışları arasında yer alıyor – en kolay rotası bile TD (Tres Difficile- Çok Zor) alpin  derecesinde!  Bahsettiğim ‘trekking  zirvesi’ listesinde en sık tırmanılan  dağlar arasında Mera Peak ve İmjatse (İsland Peak) yer alıyor. Trekking zirveleri  kendi aralarında da alt ve üst gruplarda sınıflandırılmışlar: 6000 metre altındaki zirveler B grubu trekking zirveleri olarak ayrılmış ve bunlar için alınan iznin bedeli 150 dolar. 6000 metre üzerindeki dağlarsa A grubu trekking zirveleri olarak ayrılmış ve bunlar için alınan iznin bedeli 300 dolar. Tabii, ‘ekspedisyon zirvesi’ olarak tanımlanmış dağların sırf iznine ödenecek rakamlar 3000 dolardan başlayıp, 8000 metrelik dağlarda (örneğin, Everest’te) kişibaşı 10.000 dolara kadar ulaşabiliyor. Velhasıl, organizasyonu yaparken  Everest Dağı’na 10 sefer tırmanmış ünlü ve emekli bir Sherpa olan Ang Rita Sherpa’nın kendi şirketi olan Ang Rita Treks ile yazıştım ve  İmjatse (İsland Peak) tırmanışı  için bizim tırmanış iznimizi onlar aldılar. İzin dediğin sadece bir imza bir mühür değil Nepal’de, bunun içinde bir sürü çöp vergisi, pul parası, bürokrasi vb. ıvır zıvır giriyor. Bir de, ‘lider’ olarak resmi kağıtta adı geçen adama çıkılan rotanın doğruluğundan  çöplerin şehire geri gelip gelmediğine dair her mevzuda sorgu sual ediyorlar, boru değil yani! Neyse,  müstakbel planımıza göre Volkan ile ana kampa yürüyecek, sonra da, o da iyi hissederse Solu – Khumbu bölgesinde olan Chukkung boğazına giderek tırmanışımızı yapacaktık. Kısaca iznimiz iki kişilikti ve bize eşlik edecek, her tür sorunda yardımcı olabilecek  çok iyi bir Sherpa yoldaşımız da vardı: daha önceden Everest ve Dhaulagiri ekspedisyonlarına katılmış, Khumbu’nun yerlisi, düzgün bir adam ve iyi bir dağcı olan Dorjee Sherpa..Çok iyi hava koşulları altında Katmandu’dan  2800 metredeki Lukla kasabasına uçtuk, uçuşun son kısmının berbat derecede sallantılı ve Lukla’nın yokuş yukarı pistine inişin de aslında kontrollü bir düşüş olduğunu burada hiç anlatmayayım en iyisi.  Solu – Khumbu boğazında  yürüyüşe başladık ve ilk gün 2400 metredeki bir yerleşim olan Phakding’de kaldık. Üç yıl önce bu günlerde, buralardan Everest’e tırmanmak amacıyla geçmiştim! Phakding’de huzurlu bir geceden sonra  Sherpa diyarının başkenti olarak tanınan 3340 metredeki Namche kasabasına ulaştık. Eskinin Tibet – Nepal ticaret  yolunun odak noktası  olan Namche’nin bugünlerdeki gelirinin çoğu dağ turizminden.. kasabanın içinde internet kafeler, kurabiye -pizza fırınları, döviz büroları ve birçok dağ malzemesi dükkanları mevcut. Bu hoş kasabada bir tam gün kalarak dinlendik. Volkan ve benim uygun şekilde aklimatize olmamız  için güzel bir yükseğe uyum planı hazırlamıştım. Ancak arkadaşımın midesi değişik yemekler ve pek de hijyenik olmayan  ortamlar nedeniyle bozuktu ve günden güne güçsüz düşüyordu. Ertesi gün uzun ve iniş çıkışlı bir yürüyüşle, patika boyunca buluttan şalını başına atmış olan Everest ve Lhotse dağlarından gözümüzü alamayarak  3870 metredeki Tengboche’ye vardık. Buradaki şahane manastır ve civarındaki tepelerde gezinerek günü bitirdik. Daha ertesi gün  macera hala devam ediyordu (!), Khumbu boğazının bekçisi niteliğindeki  muhteşem Ama Dablam dağının tabanından geçip, Dudh Kosi nehrini takip ederek 4300 metredeki Dingboche yerleşimine vardık. Volkan bir süredir onu zorlayan mide sorunundan dolayı güçsüz düştüğü için yola devam edemeyeceğini açıkladı ve Dingboche’deki kalışımızı uzattık. Neyse ki, birkaç gün içinde uygun tedavi ve dinlenme ile beraber Volkan kendine geldi ve en nihayetinde 5404 metrelik Chukkung- ri dağına tırmanarak şahsi yükseklik rekorunu kırmış oldu.Bu esnada, ben de hergün 5000 metrelik kolay  dağlara tırmanarak aklimatizasyonumu  çok iyi hale getirebildim. Bu günlerden birinde  5015 metre yükseklikte olan ve patikadan yürüyerek çıkılan bir zirve olan Nankartsang Dağı’na tırmandım; gelip geçen bulutlara karşın Lhotse, Nuptse, Ama Dablam, Makalu, Kangtega, Thamserku gibi dünyanın en  güzel dağlarını uzun süre izledim. Başka bir gün, Dingboche yerleşiminin karşısında 2 kilometrelik keskin kuzey duvarıyla bir tür kabus gibi yükselen Ama Dablam’ın 4750 metredeki kurumuş, donuk göllerine yürüdük ve dağın kuzey sırtındaki dik, çürük kayalıklarda teknik zorluklar Dorjee ile beni engelleyene kadar 5100 metreye tırmandık.. Cho Oyu ve Everest dağları, açık ve nemsiz havada elimizi uzatsak tutacak kadar yakınlardı sanki. Son olarak, kendini çok dinç hisseden Volkan ve adamımız Dorjee ile beraber 4750 metrede birkaç lodge’dan ibaret olan Chukkung yerleşimine çıktık ve buradan da  5404 metrelik Chukkung-ri ve 5550 metrelik Chukkung zirvelerine tırmanarak aklimatizasyonu tamamladık.  Ancak Volkan’ın şansına, bu tırmanışı yaptığımız gün hava oldukça sisli ve çok bulutluydu, manzara hiç yoktu..Nisan ayının ortalarına gelirken İmjatse (İsland Peak) için tırmanış vakti de gelmişti; Volkan tırmanışa  yeterli hissetmediğini söyleyerek, Dorjee ile beni Namche’de beklemek üzere aşağı hareket etmeye karar verdi. Chukkung’da vedalaşıp ayrıldık; biz de tırmanışı yapmak üzere dağın 5150 metredeki ana kampına hareket ettik. Beraberimizde iki hamalımız vardı ve bu hamallar aynı zamanda kamp görevlisi – aşçı olarak da çalışacaklardı. Bizimki basit bir organizasyon gerektiren çok küçük bir ekipti; ana kamptaki Alman ve Amerikan ticari gruplarının büyük, 20 – 25 kişilik organizasyonlarıyla karşılaştırınca hele!İmjatse (artık en bilinen adı olan İsland Peak’ı kullanayım bari!), 6189 metre yükseklikte ve taa aşağılardan, Dingboche’den bile haşin gözüken bir dağ. İsland Peak ismini  ünlü İngiliz kaşifi Eric Shipton 1940‘lı yıllarda vermiş – tam Türkçesi ‘Ada Zirvesi’ olarak çevrilebilen dağ, uzaklardan geniş buzullar arasında yükselen sarp bir ada gibi gözüktüğü için bu adı almış! Gerçekten de, İsland Peak’ın çevresi dünyanın en heybetli dağlarıyla (Lhotse, Nuptse, Makalu, Ama Dablam, Baruntse) ve uzun buzullarla (Lhotse buzulu, Lhotse Shar buzulu, İmja buzulu, Ambulapcha buzulu..) çevrili. Aslında İsland Peak, coğrafi anlamda Lhotse Dağı’nın güneye doğru uzanan  bir sırtı olarak tanımlanabilir.  Dağın klasik ve ilk tırmanış rotası olan güney yüzünden  tırmanış orta zorlukta denilebilir ve dağcı olmayan bir kişi (veya bir yürüyüşçü) için aşırı sert sayılıyor. Tırmanışın ilk kısmı çarşak ve II derece kaya yamaçlarından oluşurken, ikinci ve son kısmı çatlaklı bir buzul geçişi, 150 metre kadar  50 – 65 derece eğimli buz tırmanışı ve zirve etabında çok keskin  buz sırtlarının geçişini içeriyor. Genel alpin zorluğu PD+ olan Island Peak tırmanışı’nın çoğu zor etaplarında sabit hat ipleri bulunuyor. Popüler bir ‘trekking zirvesi’ olduğu için,  tırmanış dönemleri olan ilkbahar ve sonbaharda bazı günler 10 ila 25 kişinin tırmandığı dağın bu yüzünde sabit hatlar olmasa, tırmanış ciddiyetli şekilde zorlaşır fikrimce. Ana kamptan zirveye 1000 metre kadar yükseklik farkı var ve istisnasız birçok ekip, tırmanış için  5650 metredeki yüksek kampı kullanıyor. Bize gelince, tırmanışı doğrudan ana kamptan yapıp, gün içinde de Dingboche’ye inmek kararını aldık Dorjee ile.Chukkung yerleşiminden çıkıp  Ama Dablam buzulunun engebeli buzultaş alanları üzerinden, akarsuların, göllerin arasından ve en sonunda da kurumuş bir göl yatağından geçerek ana kampa iki saatte ulaştık. Dağımız  tabanından  biçimsiz, çarşaklı ve iri bir yığın olarak gözüküyor ve zirvesindeki kalın askı buzulu yığınları güneşte türkuvaz renginde, çok çekici tarzda parlıyor.. çevredeki diğer dağlar da ortamı hırçınlaştırıyorlar, 8511 metrelik Lhotse Dağının güney yüzü kesintisiz üç buçuk kilometrelik bir buz ve kaya duvarı olarak hemen önümüzde göklere yükseliyor, zirvesinde daima Tibet’ten esen kış rüzgarı olan Jetstream’ın kaldırıp attığı yoğunlaşma bulutu ile.. Tomo Cesen’i  burayı tırmanırken gözümün önüne getiriyorum, bu duvarı tırmanma fikrini kabul etmek bile delilik değilse nedir? Cesarete saygı duymak gerek.5150 metre yükseklikte ve Nepalce adıyla Pareshaya Gyab olarak bilinen  ana kamp yeri son derece kurak, tozlu bir moren bandı üzerine kurulu ve aşağısına idareten bir de taş tuvalet  yapısı yapılmış.. Kampın hemen ötesindeki uçurumun tabanında, yüz metre aşağıda engebeli bir buzul ve büyük bir donmuş göl var. Kamp yerine öğlen  gibi vardığımız için  hava bulutlanıp kar atmaya başladı, sert esen rüzgar da içimize işliyordu doğrusu. Hamallar, yüklerinin ağırlığı  nedeniyle bizden çok sonra gelebildikleri için kampımızı ancak öğleden sonra atabildik. Adamlarla birlikte bir mutfak çadırı ve bir de The North Face çadır kurduk. Dorjee’ye büyük çadırda benimle kalması için tüm ısrarıma karşın mutfak çadırında bizim adamlarla beraber kalacağını söyledi, ben de büyük çadıra yerleşip yayıldım. Hamallarımızın taşıdığı külüstür kerosen (gazyağı) ocağı conta sorunu nedeniyle yanmamakta ısrarcı davranıyordu, yoğun bir kar yağışı altında uğraşıyorlardı adamlar, ellerinin yağ ve isten kapkara olmasına karşın sonunda ocak tutuşabildi..                 Gece saat iki gibi zirve için yola çıkacağımızdan erken yatıp dinlenmek fikrindeyim. Bizim adamlar ikide birde bana çay, kahve, çorba ikmali yapıyorlar ve kendileri de içiyorlar; yemek olarak ise peynirli tost, sardalya, kraker,  berbat bir çin makarnası ve dalbhat (haşlama pirinç- sebze- mercimek’ten oluşan  tipik Nepal yemeği) getirdiler, tabii ki hepsi birden bana  fazla geldi. Sonunda huzurlu şekilde uykuya daldım ama yediklerimden olacak, az sonra mide bozukluğu ile uyanıp tuvalete koşmam gerekti. Ulan sen o kadar dikkat et mideye, tırmanış gecesi bozulacağı tutsun iyi mi!                Gündüzden beri yağan kar gece biraz  ilerleyince kesildi ve milyonlarca yıldız ile kesif bir ayaz dağları avucuna aldı.. Çok uzaklarda, batı ufkunda  sıkı bir fırtına vardı ve şimşekler gecenin kıyısını sessizce yırtıyorlardı. Tuvalete çıktığımda usulca cereyan eden bu korkunç manzarayı uzun süre seyrettim. Bu, bana Everest’e tırmandığım o geceyi anımsattı. Orada da gece boyu sessizce ufku aydınlatan şimşekleri  dönüp dönüp seyretmiştim.                Neyse,  geceyarısı gibi uyandık ve biraz kraker ve bol çay ile kahvaltı ettik. Zeminde üç dört parmak taze kar vardı. Saat iki gibi  yola çıkmıştık bile. Keskin bir yarımay  güney göklerinden müthiş bir ışık saçıyor ve gölgelerimizi karlı araziye keskin hatlarla vuruyordu. Ortam gerçeküstü olarak nitelenebilirdi..                Taşlı, kumlu bir yamacı zigzag bölen bir patikayla dağın yüksek kampa kadar  tempolu şekilde tırmandık Dorjee ile. Hava soğuktu ve ayaklarım üşüyordu biraz, ısınmamakta da ısrar ediyorlardı. 5650 metredeki yüksek kampın yakınından geçerken buradaki dağcıların  henüz  kalkıp yola çıkmadıklarını gördük. Buradan sonra eğim arttı, II derece zorlukta kayalıklar ve geniş  kayalık kulvarlar arasından  ilerliyorduk. Kafa lambalarının ışığıyla tırmanıyorduk; dikkatli olmamız gerekliydi çünkü koyu renkli, parlak kayanın üzerinde birçok yerden çok ince bir buz tabakası akmıştı ve  bakınca hiç gözükmüyordu. Rota üzerinde birçok yerde koca, adam boyunda taş babalar dikilmişti. Yukarı giden iki  bariz ve dik sırt sisteminden sağdakinin omzunu kırık kayalardan basit tırmanışlarla izleyerek  yükseldik; artık saat beş gibiydi ve keskin, kılçığımsı bir kulenin sırtına çakılmış iplere tutunarak askı buzulu etabının başına gelmiştik. Ne yalan söyleyeyim, batmaya yüz tutan ayın soluk ışığında, önümüzde dikilen  askı buzulu korkunç gözüküyordu. Üzerinde olduğumuz kayalık boynuzun her iki tarafına da dibi karanlık, çatlaklı serak duvarları sarkmıştı ve buzuldan gecenin sessizliğinde çatlama, inleme sesleri geliyordu.. Buzulu her zaman yaşayan ölü olarak nitelerim, çünkü canlıdır ama yaşamıyordur..tıpkı bir zombi gibi!!   Buz gibi esen şafak öncesi rüzgarında kazma krampon ve emniyet kemeri kuşanarak ipe bağlandık, Dorjee ile karşılıklı iki kelime ederek hareket tarzımızı kararlaştırdık (hani birimiz çatlağa düşerse) ve buzula girdik. Toz kar kaplı kaygan kayaların güvensizliğinden kramponla basılan sert buzun aldatıcı güvenine! Rotada belirgin  bir ayak izi vardı ve hava da artık iyice ağarıyordu; herşey donuk bir ışıkla aydınlanmaya başlamıştı. O zaman dönüp Himalayalara baktım, yüksekteydik oldukça! Sivri doruklar ve engebeli buzullar…                Aramızda 15 metre kadar iple yürüyorduk  Dorjee ile, o önde ben arkada. Buzulda bir kilometre kadar yürüyüp kısa dik buz etapları geçerek bazı büyük çatlakları atlamıştık, önümüzde  çizgi çizgi, oluklu gözüken bir buz duvarı vardı şimdi ve onu bizden ayıran geniş bir çatlağı –bergschrund’u- geçmemiz gerekiyordu rampayı andıran buz duvarına varmak için. Buzul  giderek engebelenmeye başladı; adeta büyük bir çığın kalıntıları arasından  dönüp dolaşarak geçiyorduk. Oysa bunlar sadece güneşin buzu belli bir açıdan vurarak eritmesi nedeniyle oluşan şekilsiz kar  yığınlarıydı (literatürde sastrugi olarak bilinir). Dibi gözükmeyen bergschrund’a vardığımızda sabit hat ipleri de başladı, taa tepeye kadar uzanıp gidiyordu ipler. Jumarla ipe girip, elde kazma  tırmanmaya başladık. Büyük çatlağı hoşuma gitmeyecek kadar güvensiz gözüken, sarsak bir kar köprüsüyle geride bırakıp  karşıdaki buz yüzeye tırmanmaya giriştik, oluğu andıran rampanın içinde türkuvaz rengi sert buz vardı. Tırmanışın en zevkli kısmı buydu işte. 100 metre kadar, iplerde jumarımızı ilerletip buza kazma kramponu saplayarak  tırmandık, ortalama 50 derecelerden başlayan eğim en sonda 70 derecelere ulaşıyordu fakat tırmanış setli yapıda olduğu için yorucu değildi, aksine çok keyifliydi. Ancak hava buz gibiydi ve ayaklarım da hala çok soğuktu (deri ayakkabıyla gidince işte böyle üşür ayaklar); kramponları taktığımız yerden beri kaztüyü anorakla tırmanıyordum ve pişmemiştim henüz.                Dorjee ile buz yüzeyinin bitimindeki çentiği andıran dar bir yere çıktık; burada biraz oturup dinlendik. Hemen ardımızda derin bir buzul çatlağı vardı ve bunun ötesindeki büyük  boşluğun üzerinde Lhotse dağının kütlesini görüyordum. Artık hava aydınlanmış, güneş ortamları aydınlatıyordu. Zirve buradan 50 metre kadar yüksekte sağdaydı ve ona giden buz sırtı en sonunda oldukça keskinleşiyordu, üzerinde yine sabit hat ipleri vardı. Sırt çantamı çentikteki sabit hat istasyonuna karabinle bağlayıp sadece fotoğraf  makinemi yanıma alarak devam ettim; Dorjee önde, ben arkada fotoğraf çekerek gidiyorduk. 15 -20 metrelik oldukça dik bir buz etabından sonra eğim görece yattı ve zirveye çıktık. Saat sabah yediydi, ana kamptan beş saatte buraya ulaşmıştık! Hava tamamen açıktı, sakindi ve ne mutludur ki, son bir aydaki en iyi tırmanış günü bugün, yani 10 nisan idi. Tüm bir kuzey yönümüzü olduğu gibi kapatan Lhotse – Nuptse dağ  silsilesi haricinde üç yönde yüzlerce siyah – beyaz  renkli  Himalaya zirvesini görebiliyorduk.. Bizimkiyle kucaklaştım, bolca fotoğraf çektim. Ne kadar çok zirve vardı gerçekten de? Sadece bir kısmının adını sanını biliyorum bunların, gerisi tanımsız sivriler ve kuleler.. 6189 metrelik bir zirveden manzara ancak bu kadar güzel olabilirdi. Ama Dablam asap bozucu sivrilikte bir piramit olarak güneybatıda yükseliyor, doğuda Makalu kara bir sırt hattı olarak,  aldatıcı şekilde çok yakında gözüküyordu. Baruntse neredeyse çıkılması olanaksız keskinlikteydi..                Böylece bu beklemediğim derecede güzel doruğun ilk Türk tırmanışını (zannederim) gerçekleştirmiştim. Zannederim diyorum çünkü yurtdışında yaşayan bir Türk bu tırmanışı yapsa hiç haberimiz olmazdı.                Zirvede hakedilmiş keyifle ve gereğinden hızlı geçen yarım saatten sonra dönüşe başladık ve buz duvarından hızlı şekilde iple indik. Artık kesintisiz bir rüzgar başlamıştı; tırmanışı erken bitirmemiz, rüzgarı fazla yemeden kaçmamızı sağlayacaktı. Zira, bu dağlarda  hergün saat dokuz on gibi daima çok sert bir yel başlıyordu.. Buzul platosunda yukarı giden iki büyük batılı ekibe rastladık ve karşılıklı selamlaşarak geçtik. İniş gayet olaysızdı; alçaldıkça rüzgar kesildi ve mükemmel derecede parlak bir sabahta Himalaya manzarasını doya doya seyrederek,  sohbet ederek ana kampa vardık. Gece geçtiğimiz yerlerde çekemediğim fotoğrafları çekerek iniyordum.                Ana kampta biraz dinlenip yiyip içtik ve pılıyı pırtıyı toplayıp yine yollara düştük. Öğleden sonra 4300 metredeki Dingboche yerleşimine varınca en son kaldığımız Tashi Delek Lodge’a  girdik. Bugün  1000 metre tırmanmış ve neredeyse 2000 metre inmiştik! Yorgunluktan geberiyordum; bol sıcak sıvı, süper bir yemek ve kısa ama sıcak bir duş ihtiyacım olan şeylerdi. Ertesi sabaha kadar deliksiz uyudum.                Olayın kalanı tatlı bir gezi niteliğindeydi. Ertesi gün ılık havada  Namche’ye kadar inip, bizi çok merak etmiş olan Volkan’la buluştuk, daha ertesi gün ise  çamlar ve ormangüllerinin içinden Phakding’e yürüdük. Hava bozmuştu,  gökler yağmur atıyordu ve gece de şimşekler çakıp durdu. Son günümüzde Lukla’ya vardık. Lukla havaalanından uçmadan önce adamımız Dorjee ile istemeye istemeye vedalaştık, doğrusu onu ve ‘Okey sör!’ deyişini çok özleyeceğim.. Ama bir tesellim var, o da Khumbu boğazında artık süper bir arkadaşımızın olmasıdır!  Katmandu’da geçen dört eğlenceli ve aksiyonlu gün sonunda yurda dönüş vakti gelip çattı; bir Nepal gezisi daha  hızla, nefessiz bırakarak ve tadı damağımda kalarak bitmişti… NOT: Bu tırmanış ve geziye malzeme desteği veren OAKLEY, SALOMON ve KODAK. firmalarına  tesekkür ederim.                                                                                                                                                   

Bu yazı yorumlara kapalı.