11 Ağustos 2013

K2 (8611 m) Pakistan- Karakurum 2012

k2k2 (2)IMG_0867IMG_0141IMG_1077

18. yüzyılın ortalarında, İngilizlerin Hindistan (günümüzdeki Hindistan ve Pakistan) dağlarını haritalama  çalışmaları sırasında, uzaklardan görülen en belirgin iki dağdan birine verilen bir harita kodudur K2 (diğeri 7821 metrelik Masherbrum, yani K1 olmak üzere). Bu iki heceli yalın isim, dünyadaki en zorlu dağı anlatmaya yeterlidir. ‘Büyük Dağ’ manasına gelen ve sık kullanılmayan Chogori  ismi dışında yerel adı olmadığı için, K2 adı bu  buz ve kaya piramidini betimleyen bir isim olarak yerleşip kalmıştır.  Dağcılar arasında ‘Dağların Dağı’ veya ‘Vahşi Dağ’ olarak isimlendirilen  K2, 8611 metrelik yüksekliği ile  Everest’ten sonra  yerküremizin en yüksek ikinci dağıdır ancak yükseklikten yana görece düşük olması aldatıcıdır;  toplam risk düşünülürse, tüm dağlar arasında belki de en sert dağdır K2 ve bu da,  tarihi boyunca bu dağın sadece  zoru seven ve tecrübeli  tırmanıcılarca  denenebiliyor olmasını garanti etmiştir.. Çok zor duvar çıkışları (mesela Patagonya’daki Cerro Torre kulesi), yükseklikte teknik çıkışlar (mesela Gasherbrum IV) veya objektif olarak karşılaştırılamayacak kadar riskli çıkışlar (mesela Annapurna) elbette var, ama K2 bütünde daha zor riskli kabul ediliyor. K2’nin medeniyetten çok uzak bir yerde, insan yaşamından yalıtılmış bir dünya köşesinde olması da önemli bir psikolojik  engeldir. Son yerleşimden yaklaşık 120 km kadar, buzullar üzerinde yürüyerek tırmanışın başladığı yere, dağın tabanına ulaşılabiliyor. Bunun dağcılıktaki manası, insanlığa birkaç ışıkyılı uzakta bir ortamda toplam iki ay geçirmek.. K2 ayda olsa dünyadan ancak bu kadar uzak olurdu!

Yeryüzünde 14 adet olan 8000 metrelik dağların tümünün zirvesine çıkışı içeren ve neredeyse yarısına dayandığım  14×8000 projem dahilinde, 2012 yılının yazında K2 tırmanışını yapmayı istiyordum. Bu tırmanışı İnnova bilişim firması ile The North Face sponsorluğunun yanısıra, Solgar, Globalstar Avrasya, CNN Türk, Suunto, Meydan Av, Enderspor, Unifo ve İşdestek’in destekleriyle yapacaktım.  Kanchenjunga ve Annapurna’da beraber olduğum İranlı dostum Azim Geichisaz,  Lhotse  ile önceki K2 seferinden tanıdığım  Fransız dostum Fabrice İmparato;  eski dostlar olan Singapurlu Swee Khoo Chiow ve veteran  İspanyol  tırmanıcı Oscar Cadiach ile beraber tırmanacaktık. Toplam 22 kişilik ekipte 14 Nepal’li Sherpa vardı; sadece 10 Sherpa Çinli arkadaşlarımız Jeff, Yang ve Chinchuan için gelmişti! K2 tarihindeki belki de en kuvvetli ekiplerdendik desem doğru olur.

İşte üç yıl sonra tekrar K2 yolundayım! K2 gibi bir dağa çıkmayı deniyorsanız zirveye ulaşamamak, iki-üç ayı hiç etmek olasılığı çok büyük  olduğu gibi, belki bir daha eve dönememek de belirgin bir mümkünattır.  K2 için yola çıkarken bunlar aklımdaydı. Ancak bu dağa çok tecrübeli olarak gidecektim, 20 yıllık dağcılık ve tırmanış yaşantımda zirvesine çıktığım sekizinci 8000 metrelik dağ olacaktı K2. 20 haziran 2012 günü İstanbul’dan THY’nin İslamabad uçağına bindiğimde içimdeki  heyecan barizdi.  K2’nin zirvesine tırmanışı deneyeceğimiz Abruzzi rotasından, 2008’den beri üç yıldır kimse çıkamamıştı; 2008’deki son çıkışta da 11 kişi hayatını kaybetmişti.  Benim K2’ye ilk gidişim değildi bu, 2009 yılında Fabrice ile beraber dağın farklı bir rotası olan ‘Doug Scott rotası’ olarak bilinen güney  mahmuzunu tırmanmayı denemiştik. O sezon  Karakurum’a hakim olan derin kar ve kötü havanın yanısıra uyumsuz, güçsüz, her sebepten münakaşa eden ekibimiz nedeniyle zirveye ulaşmak mümkün olmamıştı. K2’de güçlü ve uyumlu bir ekip olmadan zirve tırmanışı mümkün olsa da tehlikeler yaratır; K2’nin trajedilerle dolu tarihinde bu tür çok olay yaşanmıştır.

Karakurum’daki  tüm 8000 metrelik dağlar gibi, K2 için de özel bir tırmanış izni gerekiyor;  aynı zamanda, 2002 yılına kadar gerginlik yaşanan  Hindistan – Çin – Pakistan sınırındaki Baltoro buzulu, askeri bölge olduğu için çok hassas. Sözkonusu izni  Pakistan Turizm Bakanlığı’ndan önceden  almıştık. Pakistan’da dağcılığın bir diğer olayı da, tırmanış süresince  ana kampta bize eşlik etmesi kanunca şart olan, ‘Liaison Officer’ yani iletişim subayı  denen bir görevli olması zorunluluğudur. Bu sefer, hava kuvvetlerinden Binbaşı Amjid bize eşlik etti. İletişim subayının görevi, kaza halinde helikopteri organize etmek ve olası  yerel sorunlarda yardımcı olmanın yanısıra, ekibin kanunsuz bir iş yapmasını engellemek..

İslamabad’ın  fırın gibi 47 derece  ısısında yanarak son alışverişleri tamamladık ve Kuzeydoğu Pakistan’a doğru yola düştük. Çok yorucu bir araba seyahatiyle Pakistan’ı Khunjerab geçidiyle Çin’e bağlayan ünlü Karakorum Highway’ı geçtik. İndus nehri yatağı boyunca uzanan bakımsız yollar riskli, uçurum kıyısında deli gibi süren şöförler tehlikeliydi.  Esas risk, Swat vadisi olarak tanınan ve Besham şehrine kavuşan boğazda, Pakistan ordusu ve Taliban milislerinin geçen zamanda kıran kırana savaşmasının ardından oluşan dengesiz  güvenlik koşulları nedeniyle oluşuyordu. Herkesin silahı olan, Afgan sınırına yakın kontrolsüz bir bölgeydi burası. 700 kilometre ve 2 gün süren yolculuk boyunca, araçta size silahlı polis eşlik ediyor ve kontrol noktalarında pasaport kaydı alınıyordu.

Sonunda 2300 metredeki  Skardu kasabasına, yani son medeniyet kırıntısına bitmiş olarak ulaştık. Benim bu yolu dördüncü geçişimdi ve hiç özlememişim! Ekibin külli kısmının arkadan gelmesini Skardu’daki  Concordia Motel’in yeşil, sakin ortamında  bir hafta beklememiz gerekecekti. Eh, bir tırmanış ekspedisyonunda zaman tablosu çok net olmaz zaten. 5000 metrelik dağlar arasındaki yeşil bir vahayı andıran  Skardu’da bir hafta! Balti denen müslüman- şii halkın başkenti olan Skardu’da, bize ana kampa kadar yük taşıyacak hamallar, ana kamp mutfak donanım ve yiyecekleri, taze et ve sebzeler, yani  herşeyi ayarladık. Karakorum Highway’in yorucu etkisini atmak için dinlenebilmek ayrı bir lütuftu. Akşamları, Shigar nehrine nazır motel bahçesinde çay ve kahve eşliğinde sohbet hoştu.

Serin bir sabahta herbirine dörder kişi kurulduğumuz 10 jiple dağlara yola çıktık. Yeşil Shigar vadisinden, küçük Balti köyleri ve  kayısı ağaçları arasından, toz toprak içinde 100 km. süren bir jip yolculuğu ile, yürüyüşün başlayacağı Askole kasabasına ulaştık. Sık aralıklarla heyelanla bozulan ve tekrar açılan yollar berbattı, daha geçen hafta bir jip dereye uçmuş ve beş kişi ölmüş! 3000 metredeki Askole’den başladık K2’nin tabanına yürümeye.. Tüm yükümüzü  taşıyan  50 Balti  hamal ve 30 katırımızla beraber yürüyorduk. Arazi, bizi içinden Braldu nehrinin aktığı boz renkli bir alpin boğazdan, 65 kilometrelik uzunluğu ile gezegenimizin en uzun ikinci buzulu olan  dev Baltoro buzuluna çıkarttı. Masherbrum, Muztagh Tower, Trango kuleleri, Uli Biaho ve Gasherbrum IV gibi  muazzam doruklar arasından  ilerlediğimiz bir haftalık yaklaşım yürüyüşü  yorucuydu, ancak manzara olarak müthişti  ve yükseğe uyum için de çok iyi oldu.  Yürüyüşte  K2’nin ilk gözüktüğü yer olan  Concordia buzul platosuna geldiğimizde K2 bize yüzünü göstermedi; yüce dağı bulutlar gizliyordu.

6 temmuz sabahı K2’nin tabanına, 5000 metredeki buzul kıyısında bir buzultaş  bandının üzerindeki ana kampa ulaştığımızda, K2 tepemizde dört kilometrelik nefes kesici  bir buz ve kaya yığını olarak göklere uzanıyordu. Tabanından bakınca boyut ve uzaklık asla anlaşılmıyordu, zira daha rotanın başladığı yere bile üç saatlik yolumuz vardı. Yeryüzündeki en yüksek, en tehlikeli dağlardan biri, tepeden bize bakan  bir tanrı edasıyla sessizce bekliyordu, zirvesinden doğuya  rüzgar ile uzayan yoğunlaşma bulutu ile..

Öncelikle 5000-6000 metrelere çok iyi aklimatize olmamız gerekiyordu.  5000 metrede yarıya, 8000 metrede üçte bire düşen hava basıncı nedeniyle havadaki  parsiyel oksijen de çok azalır, bu şartlara insan bedeni ancak zamanla uyum sağlar. Biz de, buz üzerinde kurduğumuz ana kampı ve kendimizi  organize etmekle, dinlenmekle geçen birkaç günden sonra tırmanışa giriştik. Benim üçüncü  Pakistan seferimdi ve ilginç olan,  bir Pakistan dağında Sherpa’ların budist puja törenine  şahit olmaktı. Kalabalık ekibimizle vardiyalar halinde  tırmanacaktık, çünkü dağda çadır yeri çok kısıtlıydı. Abruzzi  rotası üzerinde kuracağımız dört  ayrı yüksek kampın malzemesini taşımak, zor yerlere ip hatları döşemek işleri ekipte paylaşılıyordu.

K2 tırmanışında kullanacağımız ve adını 1954 yılındaki  İtalyan ilk çıkışını finanse eden İtalyan Abruzzi Dükü’nden  alan rota, K2’nin güneydoğu yamacındaydı ve  dik kaya, buz ve kardan oluşuyordu; ‘Abruzzi sırtı’ olarak da  bilinmesine karşın  gerçek bir sırt hattı sayılmazdı. Eğim diklikten hiç ödün vermiyor ve çok tutarlı; yukarı bakınca binlerce metre kaya ve buzun bulutların içine dimdik gittiğini veya aşağıya bakınca buzula dek  dimdik düştüğünü  görüyorsunuz.  5200 metrede, ufak ve tehlikeli, çökerek devamlı değişen  bir İcefall’ı geçerek üç saatte varılan ileri ana kamp denen köşeden  girilen rota,  içinden irili ufaklı  çığların düştüğü bir buz kulvarı kıyısından, kar ve buzda tırmanışla başlıyor. Ortalama 40-45 derece eğimle, basit kayalardan ve buzdan çıkarak  6100 metrede, ufak bir sırtın üzerindeki  1. kampa varılıyor. Devamında  giderek dikleşen kaya ve buz tırmanılıyor, son kısımda yolu kesen  60 metrelik sarı-kızıl bir kaya bandını  bölen  6600 metredeki ‘House Chimney’ adlı,  içi buz dolu vertikal bir kaya bacasını tırmanarak 6700 metredeki 2. kampa çıkıyorsunuz. Buradan sonra ‘Black Pyramid’ yani Kara Piramit denen, geneli dik granit  kayalıklardan oluşan  yüz 7200 metreye  kadar  tırmanılıyor ve son 300 metrede kar ve buzda tırmanışla, 7550 metrede, görece yatık zeminde 3. kamp kuruluyor. Zirve tırmanışı için son kamp 7900 metrede, ‘Shoulder’ yani omuz denen sırtın üzerinde kurulmadan önce, birkaç yüz metrelik batak ve çığ riski olan karlı dik yamacı tırmanmak gerekiyor. K2 tırmanışının bu rotadaki  kilit etabı,  ‘Bottleneck’ yani  darboğaz denen, tepesinde Demokles’in Kılıcı misali dev bir asılı buzul duvarı sarkan dar kulvar ve bunun traversi. 8350 metrelere kadar uzanan bu  tehlikeli etaptan sonra, sıra zirve sırtlarının derin karını tırmanmaya geliyor. Rota çok uzun ve devamlı surette iple tırmanış gerekiyor.  Bu arada, rotada çoğu  yerde  farklı çürüklük derecelerindeki eski sabit hat iplerinin  yarattığı kirliliği görebiliyorsunuz, bunları kullanmak çok riskli çünkü  eskimiş oldukları için asılırsanız kolayca kopabiliyorlar. Bazı çok dik  kayalık etaplarda eski tırmanışlardan, belki de Messner’den yadigar metal mağaracı merdivenleri  bile bulunabiliyor. Abruzzi bu tür kalıntıların çok olduğu bir rota.

Ve tabii  sert, değişken  havasıyla bugüne dek dünyaca ünlü, en güçlü alpinistlerin bile katili olmuş olan K2’nin en büyük sorunu, 6500 metre üzerinde devamlı surette esen, ‘jet rüzgarı’ olarak bilinen, saatte 120 kilometreyi  kolaylıkla aşan  sert yeldir. Bu rüzgar Karakurum’dan geçici olarak çekilmeden  daha yukarı gitme şansı yok (geçen kış Ruslarca denenen K2 ilk kış çıkışının da en büyük derdi buymuş zaten). K2 benim goggle denen kar gözlüğünü sık kullandığım ilk dağ oldu. Abruzzi sırtı batı rüzgarını profilden etkin olarak  aldığı için özellikle sert rüzgarlı oluyor..

Bizim şansımıza, K2 bu  sezon  çok kar yağışlı değildi; hava devamlı surette dengesiz ve değişken olsa da, çok yüksekler haricinde taze kar yağmıyor ve genelde güneşli günleri takiben çok sert rüzgarlı, tipili ve bol bulutlu  günler oluyordu (ağustos ayı başında, zirveye çıktıktan sonra bu değişti). Broad Peak, Gasherbrum gibi dağlarda  bu sezon çok daha fazla kar vardı.  5000 metrede gündüz  güneşle 35 derece  ısı, gece ise eksi 10 derece soğuk olurken, 6500 metrelerde gece ısısı  eksi 20 derecelere iniyor. 8000 metre ve üzerinin  eksi 30 veya daha altı olması normal.

Yükseğe uyum için 6000 metrede üç,  6700 metrede bir gece geçirdik.  Aslında, ilk iki seferde sert rüzgar ve tipi  birinci kamptan yukarıya  ilerlememizi engelledi.  Sonunda 2. kampta, 6700 metrede geçirdiğimiz  tek gece ise dağı kasıp kavuran  fırtınadan  dolayı zor oldu, ocağımızı  çadır içinde, tüm fermuarlar kapalı olarak  yakmamız gerekti.  Kamp yerleri zaten berbattı; dik buzlu yüzeyde, onlarca patlamış çadırın enkazı üzerinde çadırınızı kuruyorsunuz ve tuvalete gitmek vb. insani aktiviteler, zemindeki  cam buz ve eğim sebebiyle sorunlu. Planımıza göre, daha yukarıdaki kamplara sadece zirve tırmanışı için gidecektik. Dolayısıyla artık zirve tırmanışı için hazırdık, geri kalanı ana kampta moral bozucu şekilde, belirsizlikten her geçen gün daha da  yılarak beklemekten ibaretti. Hava durumunu Çinli dostlarımızın vasıtasıyla aldığımız  detaylı raporlardan izliyorduk, hala jet rüzgarı 7000 metrelere çöreklenmişti ve olası zirve tırmanış zamanı ağustos başı gelir gibiydi..

5000 metrede, Godwin Austen buzulu üzerinde  yaptığımız ufak tefek buzul gezileri bizi biraz eğlendirebiliyor ve  biraz olsun hareket sağlıyordu. Buzulun üzeri, K2’nin mazideki tırmanışlarının izleriyle adeta  bakımsız bir müze gibiydi: her türden oksijen tüpleri, yırtık pırtık giysiler ve çadırlar, kırık kazma ve kramponlar, ayakkabılar, eldivenler ve ne yazık ki  kıyıda köşede çıkan insan kemikleri!  Bunun nedeni de, dağ üzerindeki her kalıntının zamanla, çığlar nedeniyle buzula inmesi. Bu tür keşifler bazen can sıkıcı olabiliyor. Bir gün Fabrice ile beraber, üzerinde birçok sponsor arması olan solmuş bir ceket bulduk buzulda. Eve dönüşte  yaptığımız araştırmada, bu ceketin 2007’deki tırmanışta zirve denerken kaybolan  bir İtalyan’a ait olduğunu anladık. Yakındaki kemikler de mi onundu acaba? Her keşif bu kadar tatsız olmuyor haliyle. Eski, kopmuş  iplere bağlı bir D şekilli  eski bir aluminyum karabin buldum, Japon yapısı. Sanırım 1970’lerdeki Japon ekspedisyonundan kalmaydı.

Kore’lilerle Kore müziği dinlediğimiz, hemen hepsini Nepal’deki farklı  tırmanışlardan  tanıdığımız Sherpa’larla eğlenceli geyikler yaptığımız, komşu kamplarla ziyaretler yapılan ve her gün hava durumunu beklentiyle incelediğimiz kısa bir süreç sonunda, temmuz ayının son günlerinde ideal olabilecek bir havanın K2’ye geleceğini öğrendik. Jet rüzgarı kuzeye, Çin’e çekiliyordu! Aksiyonun nihayet başlayacağına hepimiz memnunduk.

Azim, Fabrice ve Dawa Sherpa  ile ilk kampı atlayarak tırmanmaya karar verdik. Dolayısıyla hemen herkes bizden bir gün önce yola çıktı. Böylece 28 temmuz sabahı, buzulda bir cm taze kar ile yola çıktık ve 1700 metre irtifa farkını alarak,  6700 metredeki  2. kampa ulaştık.  Arada 1. kampta mola verip bol sıvı almamız  faydalı oldu.  House Chimney, aklimatize olmanın gücüyle daha kolay geldi elbette ama bu bacayı ağır ve hacimli sırt çantası ile tırmanmak yine de zor oluyor bu yükseklikte. Yükümüz ağır; Azim ile bir adet The North Face Mountain 24 çadır, bir haftaya yetecek kadar  propan gaz silindiri, ocak, yiyecek , kürek paylaştık ve kişibaşı yüzer metre statik ip taşıyoruz.  6700 metredeki 2. kamp şaşırtıcı derecede sakindi. Akşam  ayazı basarken çalışıp yeni bir platform açarak çadırı kurduk ve bolca yeyip  içtik, ardından da iyi uyuduk.

Ertesi gün dağdaki en devamlı  kaya tırmanış etaplarını içeren ‘Kara Piramit’i tırmandık; eğimi  çok yerde dikeye varan, buzlanmış kayalardan ve slablardan, garip vertikal köşeler ve buz kulvarlarından, miks etaplardan  oluşuyordu burası. Sırtımızda yine ağır yükler vardı ve artık  kalın kaztüyü elbiselerle tırmanıyorduk, hava bugün rüzgarlı ve soğuktu güneşe karşın.  Kayalığın bitiminde cam gibi saydam bir buz etabı tırmanarak  görece yatık, karlı bir omza çıktım. K2’nin buradan başlayan devasa kar yamacı tehlikeli; birçok gizli buzul çatlağı var ve hava kötü olursa burada kaybolup can veren çok adam  olmuş. Manzara açıldı iyice, otoban misali kıvrımlı uzun buzullar, Çin ve Pakistan’ın sarp, kayalık dağları aşağılarda masal gibi..  10 saatten çok süren bu tırmanışla 3. kampımız olan 7550 metreye ulaştık ve karda platformlar açıp çadırları kurduk. Çevredeki tüm zirveler artık aşağılarda kalmaya başlamıştı, kızıl gün batımı ile 7500 metrede acı  bir soğuk bastı. Bu kampta da sırtta taşıyabildiğimiz ölçüde yiyip içtik; uyku mükemmel olmadı ama yine de iyi dinlenebildik.

30 temmuz sabahı hiç acele etmedik, Azim ile sadece gözler açık, birbirimize bakıyoruz tulumların büzülü ağzı içinden, çıkmaya hiç yeltenmeden. Çadırın içi  7500 metrenin ayazı ile nefesimizin naylona donmasıyla fena halde karlanmıştı, sabah güneşi zorlukla herşeyi ısıttı, buzlar eridi ve saat 10 gibi  çadırı topladık. Soğuk ve rüzgarlı bir gündü, hava açıktı ama çok sert patlamalarla rüzgar esiyordu. Ağız yüz kapalı, kapşonlar çekili tırmanıyoruz; ‘Shoulder’ yani omuz olarak bilinen geniş sırttaki  4. kampımıza  varmak için son 200 metre, 45-50 derece eğimde çok derin kardan oldu. Burayı 20 kişi ancak yarıp geçebildik. Neredeyse 8000 metrede, bel derinliğindeki bu dikey kar bataklığında debelenmek çekilmez bir işkence  oldu.. Tabii  bu eğimdeki derin karı yarıp geçmenin yarattığı çığ riski de cabası. Adeta yüzyıl kadar uzun süren bu etabın sonunda,  Shoulder’e ayak basınca  buzlamış sert karda bir santim batan kramponların  gıcırtısını duymak çok güzeldi. Ancak yorgunluğu hissediyordu artık insan. Hepimiz  önceki üç günün zorlu tırmanışıyla  yorgunduk ve şimdi de, en zor etap önümüzdeydi.  Buz gibi  açık havada, bottleneck ve  K2’nin zirvesi bir dünya uzaktaydı.  Onlarla randevumuz bu gece! Zaman kaçınılmaz tarzda ilerliyor, dinlenecek birkaç saatimiz var..

Azim ile çadır içinde matlara uzandık, ortamızda ocak yanıyor ve buz eritiyoruz.. Çay, kahve, çorba, bisküvi ile doyar gibi olunca, taşıdığımız tek uyku tulumunu üzerimize sererek  biraz dinlenmeye çalıştık. Üzerimizde kaztüyü elbiselerimiz var ve ayaklarımıza büyük kaztüyü  eldivenleri geçirdik.  8000 metrede dinlendirici şekilde uyumak veya  yemek  zaten pek mümkün değildir;  bu sefer çok zaman da yok. Sabah erkenden zirveye varmak istediğimiz için, o geceyarısı hareket edecektik. Uyku yok, bilincin biraz  kapandığı  hesapta  bir dinlenme, soğuk arka planda hep hissediliyor. Dün, bugün ve yarın bu tırmanışın tüm günlerinin birbirine birleştiği, çok uzun ve yorucu olacak bir zirve günü.

Gecenin ilk saatlerinde ayaklandık ve yine bolca olduğunu zannettiğimiz bir miktar sıvı aldık, ancak nasıl kurumuşsa bünye, sıvıyı sünger gibi çekiyor!  Kafabaşı birer litre sıcak sıvı hazırladık termoslara  tırmanış için, power jel karbonhidrat sıvısı, çikolata vb  ceplerde.. Dışarıdaki karanlıkta, donuk sarı bir dolunay ve  ufak, uzak yıldızlar hakim. Şükür ki hava açık ve fakat ayazla eksi 25 derece altı olsa gerek.  Kamp yeri  çok hareketli, herkes ardarda yola düştü gecede.  Azim benden önce yola çıktı, o oksijensiz tırmanacak, helalleştik.  Benim de buradan, neredeyse 8000 metreden itibaren kullanacağım  iki tüp oksijenim var; bir buçuk tüp  herşeye yetecek sanırım. Ancak  son anda, yeni model maskenin  sert plastikten yapılmış hava karışım şişesi soğuktan kırılganlaşıp parçalandı, tırmanış boyunca da dakikada bir litrede kullandığım, sadece el ayak ısıtma amaçlı olan oksijenimin verimini düşürdü.  Bu konuda yapabilecek  hiç bir şey yok.  İşte ilk adımlar.. kamptan yükselen ufak kar yamacını kramponluyorum;  karda karanlığa uzanan izlerden. Zihnim durgun ve sakinim, yaptığım iş ile bütün hissediyorum. Takvim sayfası 31 temmuza döndü ve önümde ayışığı ile  yıkanan dik bir kar- buz sırtı var, üzerinde  ufacık, cılız kafa lambaları. Shoulder’ın oldukça yatık ilk kısmından  dikleştiği yere doğru  acele etmeden, sakin bir tempoyla  yükseliyorum. İşimiz Allaha emanet, bu bottleneck denen  dik buz ve kaya kulvarında tepeden düşecek  ufak bir buz çığı bile hepimizi öldürür, kaçacak yer yok. Bunu düşünmemeye çalışarak, kafayı hep birşeylerle meşgul ederek  yamaçta irtifa kazanıyorum.

Yükseklik 8000 metrenin üzeri artık. Kafa lambamı kapattım, batıda yavaşça batan ay herşeyi gölgeli şekilde aydınlatıyor. K2’nin tepesine yakın, fantastik bir gece. Bu manzarayı ve yaşayışı  tam tanımlamak olanaksız, burada olmak insana çok imkansız gözüküyor, o kadar büyük bir dağda bu kadar ufak bir insan! Ben ben miyim, yoksa bu bir başkası mı? Algılarım çok açık, herşey gece karanlığına karşın çok net. Kalbimin her atımı, oksijenin regülatördeki yeknesak  tıslaması ve maskenin tempolu tıklaması,  kramponun her adımda buzdaki gıcırtısı..  Aşağılarda parçalı, koyu  gözüken  bulutlar var; ince, tül gibi  bir sirrüs bulut yığını dolunayı biraz gölgeleyerek geçiyor.. Zemin giderek dikleşiyor, ilk ipler başladı. Zamanla tepemdeki cılız ışıklar dizisine yaklaşıyorum, oldukça yavaşlar. Bottleneck kulvarındayım ve tam  tepemde azrailin orağı gibi sarkan bembeyaz buz duvarını, batıda batan  ay nedeniyle  basan karanlıkta bile olsa  algılayabiliyorum. Yoksa sadece endişeden dolayı oluşmuş sahte bir imaj mı bu?

Saat 04.45 gibi  doğu ufuk morarmaya başladı ve dünya aydınlandı, sonra herşey  ilk güneşle soluk pembe ve turuncuya boğuldu. Gece Makalu veya Kanchenjunga kadar uzun ve soğuk değildi diye düşündüğümü hatırlıyorum o anda. Günün gelmesiyle geceden nasıl da farklı oldu herşey.  7500 metrenin altı bir bulut denizi, dağların zirveleri  onun üzerine çıkmış, tepemde cam gibi parlayan bottleneck buzulu ve  ufacık insanlar..Bu şafak vaktinde biraz endişeliyim, travers bitip riskli buz duvarının tabanından kurtulana dek hiç durmadım ve endişelenmeyi de kesmedim. Kulvarın bitimindeki buzlanmış dimdik  kayalardan tırmanarak traverse vardım; altı cam buz olan toz kar nedeniyle zemin güvenilmez, krampon tutmuyor gibi his veriyor, buz aletini  açıktaki buza saplayınca buzu porselen gibi kırıyor. Yarım yamalak çakılı vidalarla buza sabitlenmiş  beş mm çaplı, sicim gibi sabit hat  ipleri var. Dik, boşluklu  olan tırmanış, emniyetsizlikle daha da sıkıntılı. İçi düşmüş, yarısı kalmış, kalanı dokunsan düşecek gibi  gözüken masmavi bir buz mağarasının tabanından sola yan geçtim ve  bottleneck buzulunun iyice soluna giden derin karlı yükselen traverse  başladım. Bizimkileri de burada yakaladım,  tehlikeli etap bitti ya, herkes  iplerde dinleniyor.  Artık diz boyu batak kar var, işte herkesi döndüren, K2’nin zirvesine çıkışı engelleyen etaplar bunlar.. 2008’deki son çıkışta 11 kişinin öldüğü yer de burası, keza bir buz çığı  burada tüm sabit hatları alıp götürünce çok kişi mahsur kalıp  aşağı inememiş.

Bottleneck traversi bitti ve derin karı yararak, dev bir kar yılanı gibi 8400 metrelerde zeminin yattığı uzun sırtların başına geldik. Yolu kesen ardarda  birkaç sarı renkli  kısa kaya slabı son teknik zorluğu çıkarttılar. Zirve sırtlarındayız artık!

Hava  biraz bulutlandı, hatta sislendi. Yoksa zirveye bir hiçlik içinde çıkıp manzaradan mahrum mu kalacağız? Önümüzde zirveye giden, daha az eğimli, kandırıcı tarzda kısa gözüken bir kar sırtı var, oysa   yolumuzun hala uzun olduğunu tahmin ediyorum. Derin kar bazen işimizi zorlaştırıp ilerlemeyi yavaşlatıyor, bazen de çok sert buzda front-point  tırmanıyoruz. Eğim sabit 45 derece ve  yukarıda, aşağıda tüm yamaçlar ince bir sis içinde kaybolup gidiyor.. Ancak sis çok ince, aradan güneşin topu seçilebiliyor. Azim hemen önümde, ben de Fabrice ve Dawa ile tırmanıyorum. Ekipten zirveye ilk çıkanlar, Çinliler ve sekiz  sherpa  geri iniyorlar. Onüçüncü  8000 metrelik dağını K2 ile bitiren Chang Dawa ile konuşurken, Çinli  Chinchuan ile üç sherpa birbirlerine iple bağlı olarak, bir sherpa’nın dengesini yitirip düşmesi sonucu kaymaya başladılar ve duramadılar. Çığlıkları yamaçlarda yankılanarak  sis içinde, dik buzda yitip gittiler. Gözlerimiz önünde bir an içinde olup biten hadise korkunçtu; dört kişinin ölümüne yakından şahit olmuştuk. ‘Kurtulma şansları yok,  kesin ölmüşlerdir’ derken, Dawa’ya telsizden gelen haberle rahatladık: 150 metre kayarak bir buzul çatlağına düşmüş ve durmuşlar, ufak tefek sıyrıklar dışında kimsede hasar yok şükür. Ancak o  şanslı çatlak olmasaydı, zavallı dostlarımız K2’nin  zayiat listesine isimlerini yazdıracaklardı. Zira, o çatlağın altı bottleneck buz uçurumuydu..

Zirve çok  yakın, bu son anların tadını çıkartmak gerek!  Finalde, sert bir rüzgar ile  bulutlar dağıldı. Zirveyi oluşturan kardan sırtın kubbesine adım adım, nefes nefese varmak üzereydim.. Hayatta inanılmaz bir an: 31 temmuz günü sabah 10:40’da, sekizinci 8000 metrelik zirvem olan  K2’nin 8611 metrelik zirvesine ayak bastım; rüzgar  yoldaşım,  daha alçak dağları örten bulut denizi manzaramdı.  Çin tarafı açıktı, rüzgarın oluşturduğu kuvvetli bir yoğuşma bulutu Pakistan tarafında  dönüp duran bir bulut yaratıyordu, tepemiz lacivert göktü. Coşku ve inanamazlık hissiyatı yaşıyordum.  K2’nin zirvesinde bu olağanüstü anı biraz olsun uzatmaya çalışarak 20 dakika kadar kaldık.  Birkaç hızlıca çekilen fotoğraftan sonra Azim inişe başladı, Fabrice ve Dawa ile fotoğraf ve video çektik. Ne olsa böylesi bir an insanın yaşamında  belki bir kez gelir.. Ancak iniş için yolumuzun uzun, zor ve tehlikelerle dolu olduğu hep kafamızdaydı, zira K2’de  zirveden  sonra inişte ölenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur..

Kramponlara kar toplatıp ayağı kaydıran dik karda, kazmayı her adımda  sağlamca gömerek adım adım iniyorum. İnişe başladık ya, yol bitmek bilmiyor. Karşımda, bir bulut denizi üzerinde şahane bir manzara: Broad Peak, Gasherbrum’lar, Chogolisa  ve Masherbrum, uzun buzul  bulvarları, Çin’in bilinmeyen sarp zirveleri, uzaklarda boz  tepelik dağlar.. Bottleck traversi ve kulvarını istediğimce hızlı inemedim, yoldaki ipler bizim ekiple çok doluydu çünkü. Buna karşın, sıradışı bir Karakurum manzarasını sigara gibi içime çekerek iniyordum. Kulvar bitti, Shoulder’da düze çıktım, sevincime diyecek yoktu! Yorulmuş şekilde, toplam  15 saat süren zirve tırmanışını 4. kampta bitirdim. Bütün millet güneşte çadırların yanına yerlere serilmişti, herkes güç toplamaya çalışıyordu. Söylemesi kolay, yarın önümüzde 3000 metre daha  iniş vardı  ve hep dik zeminlerde, hep iple.. Azim ile enerjimiz bitmiş şekilde, buzluk gibi çadırda, 8000 metrenin  soğuk gecesinde uyuklayarak  geçirdik. Yeme içme hak getire, elde ne kaldıysa artık. Azim’in tanımıyla ‘it hayatı!’

1 ağustos sabahı parlak bir gün olarak başladı. Her yönde  neredeyse yüz kilometre görüş vardı. Üşenmeyi bir kenara iterek  çadırı topladık. O ana dek 8000 metre üzerinde 40 saat geçirmiştik, neredeyse tam iki gün. Bacaklar ağır, güçsüz hissederek başladık, neyse ki insan açılıyor sonra. Derin kar yamacını iple inerek 3. kampta bıraktığımız  malzemeleri çantalara doldurduk ve aşağı devam.. Giderek ağırlaşarak, çantalar büyüyerek iniyoruz. Karlı sırtta, gizli bir buzul çatlağına tek bacağım giriverdi, tehlikeli! Ardından Black Pyramid’in dik kayasında ardarda, sayısını unuttuğum, ancak her etabı  çok net hatırladığım onlarca ip inişi.. Çok dik etaplardan birinde,  birçok eskimiş ipin  yarattığı karmaşa arasında aşağı giden yeni ipin ucunu göremedim ve bir süre dikkatle bakındım; ucu boşluğa sallanan eski bir ipten yanlışlıkla inip, uçmayı öğrenmek istemiyordum! Biraz dinlendiğim 2. kampta kaztüyü elbisemi  çıkartıp paketledim ve daha ‘aşağılara’ uygun olan softshell, gore-tex vb giyindim; yola devam. House Chimney’in bacası tek etapta bitti, zemindeki batak toz karın miktarına şaşarak iniyorum. 1. kampta az bir moladan sonra Azim ile umursamadan yola devam ettik. Bazı ipler aşırı  gerilmişti ve  bunlardan kolumuza dolayarak inmek gerekiyordu. Bu gün belki 100 ip boyu inmişizdir.. Erime ile şakır şakır dereler ve ufak  ıslak kar çığları akan kulvarların kıyısından, yorgun argın 5300 metreye varmamız öğlenden sonrayı, ana kampa ulaşmamız ise neredeyse akşamı buldu. Hele ki, yatık buzulda yürüdüğümüz son iki saat bitmek bilmedi. Aşçılar, kamptakiler bizi büyük tezahüratla karşıladılar! Çantaları sırttan attığımız gibi Azim ile kucaklaştık. Herkes birer ikişer kampa vardı, kimi o akşam, kimi ertesi gün.

Böylece, mağrur K2  bize zirvesine tırmanmamız  için izin vermişti. Sadece ben değil, sağ salim inişimi bekleyen  geride kalanlar, evdekiler de böylece rahat bir nefes almışlardır sanırım.  İşte şimdi K2’de zirveye çıkışı kutlayabilirdik!  Dönüş yolunda üç günde 125 km yürüyerek bacakları yakmak bile neşemizi bozamadı.

 

 

Bu yazı yorumlara kapalı.