DONGUZORUN-NAKRATAU TRAVERSİ-ELBRUS TIRMANIŞI / KAFKASYA 1998, 2. bölüm
2. Bölüm,
NAKRATAU-DONGUSORUN İLK TÜRK TIRMANIŞI VE TRAVERSİ, ELBRUS TIRMANIŞI
2 Ağustos, Donguz Orun’un karşılarında adını bilmediğimiz bir yer Sabah erkenden kalkarak kampı topluyoruz ve 3 saat içinde kamp Shkelda’ya ulaşıyoruz. Burada faaliyetimizin ikinci kısmı için bırakmış olduğumuz yiyecekleri ve temiz giysilerimizi alarak yoldan çevirdiğimiz eski ama dört kişiyi rahatça alacak bir pikap çevirerek pazarlık yapıyoruz. Toplam 15 $’a bizi Donguz Orun için yürüyüşe başlayacağımız noktaya bırakmasını sağlıyoruz. Burası aynı zamanda turistik bir yer ve bol miktarda yiyecek ve içecek var. Adam başı birkaç porsiyon şaşlık (şiş) yiyip birkaç tanede birayla kaybettiğimiz elektrolit ve karbonhidratı !!! yerine koyduktan sonra yemek boyunca muhteşem kuzey duvarını seyrettiğimiz Donguz Orun’a doğru yola koyuluyoruz. Bölgeyi hemen hiç bilmediğimiz için birkaç kere yanlış yola saparak sonunda Donguz Orun kampına ulaşan patikayı buluyoruz. Ancak havanın kararmak üzere olması nedeniyle eskiden karakol olarak kullanıldığını tahmin ettiğimiz yıkık bir kulübenin yanına kampımız kuruyoruz. Nakra Tau ve Donguz Orun’nun yaklaşık 2000 metre uzunluğundaki ünlü yedi rotasının ay ışığındaki manzarası eşliğinde çaylarımızı içtikten sonra yatıyoruz. Gece boyunca Nakra Tau ve Donguz Orun’un kuzey duvarlarından düşen serak ve kayaların sesleri bizlere eşlik ediyor.
3 Ağustos, Nakra Tau 3500 m kampı Güzel, yepyeni bir günle birlikte yürüyüşe başladığımızda, en önde giden Tunç’un ‘şimdi başımız büyük belada’ diyerek bize dönmesinden önce, gayet neşeli bir şekilde yürüyorduk ve gerçekten de başımız bu sefer büyük bir belada gibi gözüküyordu. Patikanın kıvrıldığı ve yamacın ilerisini görebildiğimiz yeri ilk geçen Tunç olmuştu 5-10 adım arkasından gelen bizlerde patikadaki bu köşeyi geçtiğimizde tam karşımıza dikilen sınır karakolunda herkes bir taraflara doğru koşuyordu. Eli Kalaşinkof’lu bir asker bize doğru koşarken, karakol içindeki askerlerde mevzilerine giriyor, BKC olarak bilinen ağır bir makineli tüfek de bize doğru çevrilmiş silaha şerit takılıyordu. ‘Şimdi ne yapacağız?‘ güzel bir soru, ani bir tepki, kaçmak, yere yatmak veya herhangi bir yanlış anlama uyandıracak bir harekette silahların çalışmaya başlayacağı kesindi. Devam etmeliydik, geri dönme şansımız yoktu nasılsa, ağır adımlarla sanki her şey çok olağanmış gibi yürümeye devam ettik. Sadece sıramız değişmişti; en öne ben geçmiş arkama her türlü resmi evrakı koruma ve saklamakla görevli olan Efecan gelmişti. Tunç İngilizce bilen adam olarak sıralamadaki yerini almıştı. ‘Stoi, Documents’ dedi genç Ukraynalı asker ter içinde ve heyecanla. Uzattığım pasaportlara tek tek baktı, ama bu genç adamın resimler dışında hiç birşeyi anladığını sanmıyordum. ‘Türksi, da‘ gencin üstlerine bilgi vermesi gerekli diye düşündüm kendimi onun yerine koyarak, eğer biz anlatmazsak o bir kaç gün daha anlayamayacaktı bazı şeyleri, ‘Alpinist, Donguz Orun‘ diyerek, elimle Donguz Orun’u gösterdim. Asker bize beklememizi işaret ederek yandaki mevziye girdi ve manyetolu telefonla birilerine bir şeyler söyledi, pasaportlarımızı vererek ve bizi karakola doğru gönderdi. Karakolda teyakkuz durumu aynen devam ediyordu ama silahların namluları artık bizleri takip etmiyordu. Olumlu bir gelişmeydi doğrusu, ‘en kötü ihtimalle tutuklarlar’ dedim yavaş bir sesle, ‘ne güzel bedava yemek ve yatak işte‘ diyen Efecan’nın ne kadar ciddi olduğunu yüz ifadesini göremediğim için anlayamadım doğrusu. Karakol binasının önünde davranışlarından karakol komutanı olduğu hemen belli olan adama doğru yürüdük. Ve birkaç adım kala durup ‘Zdrastiviti’ dedim, adam başıyla karşılık verdiği zaman aradaki bir kaç adımlık uzaklığı kapatma cesaretini ancak gösterebildim. Adam pasaportları istedi, vize ve girişleri inceledikten sonra, anlamadığımız bir dilde, yani Rusça ‘niçin geldiniz’ dedi. Kelimelere anlamlarını sadece davranışlarına bakarak verebiliyorduk veya tahmin ediyorduk. Dağcı olduğumuzu, Donguz Orun’a gittiğimizi anlatmayı başardık. Yasak dediğini ve izin belgesi istediğini de anladık. Bizlere 40 $’ar patlayan ve başımızı çok ağrıtan belgeleri büyük bir güven içinde adama gösterdiğimizde belgelere sadece şöyle bir baktı, sonra bana dönerek gülümseyen bir ifadeyle ‘Nyet’ dedi. Belgeler geçersizdi, büyük ihtimalle de uydurmaydı, bunu tahmin etmesine ediyorduk ama Donguz Orun yolunun kapalı olması gerçek bir yıkım yaşattı bize. Bu yüzümüzden anlaşılmış olmalı ki komutan, ‘kaç gün kalacaksınız’ diye sordu, 2-3 gün diyerek cevap verdik. Bize Nakra Tau ve Donguz Orun’un sırtının arka tarafının Gürcistan olduğunu ve oraya geçmezsek izin verebileceğini söyledi. Sonrada ekledi ‘Bende Balkar Türküyüm’. Yol boyunca ‘nasıl bu kadar kolay sıyrılabildık bu işten’ diye düşünerek yürüyüp 4 saat sonra Gürcistan topraklarında 3500 m. irtifada kampımızı kurduk. Sırtı aşarken tırmanmak zorunda kaldığımız pis çarşak dışında, iyi irtifa kazanmış, rahat ve güzel bir tırmanış yapmıştık, sınır ihlali desek daha mı doğru olur yoksa? Ertesi gün Nakra Tau ve Donguz Orun zirvelerinin traversini yapmak üzere erken kalkacaktık, bu yüzden saat 22.00 gibi yattık. Artık başımıza gelenlerden dolayı tırmanışımız salt bir dağcılık faaliyeti olma niteliğini çoktan aşmıştı, eğer vurulmazsak, tutuklanmazsak veya rehin olarak kalmazsak torunlarımıza anlatacak güzel hikayelerimiz olacaktı kuşkusuz, nedense dağda karşılaşılabilecek klasik tehlikeler aklımıza pek takılmıyordu artık.
4 Ağustos, 3500 m. kampı- Nakra Tau-Donguz Orun Saat 4.00’da hepimiz ayaktayız ve rutin tırmanış hazırlıklarımızı yapıyoruz. Gün ışıyıp görüş iyice düzelir düzelmez de yola çıkıyoruz. Kampımız yüksekte ve rotamıza yakın olduğu için bir saat sonra Nakra Tau’nun batı sırtında yükselmeye başlıyoruz. Sırt hattı zaman zaman önemli sayılabilecek problemlerle kesilecek gibi gözükse de kaçış yolları bulunarak bu sorunların üstesinden gelebileceğimizi düşünerek ve aşağıdan baktığımızda zirveye en rahat şekilde ulaşacağını umduğumuz bir yol izleyerek hızla yükseliyoruz.
Genelde III+ ve zaman zaman IV- zorluklarında etaplar içeren sırt hattında yaklaşık olarak 3 saat boyunca hemen hiç durmadan yükseliyoruz. Yol boyunca daha önce rota üzerinde bivak yapıldığını gösteren bivak yerleri ve konserve kutularına rastlıyoruz. Rotamız çok zorlu olmamasına rağmen öyle zamanlar oluyor ki bir tarafınızda Nakra Tau’nun yaklaşık 2000 metrelik kuzey duvarı öbür tarafınızda ise birkaç yüz metre yükseklikteki derin kesikler müthiş bir boşluk hissi veriyor. Sırt hattının dik ve zor bölümleri zevkli bir tırmanışa izin verecek kadar sağlamken, rotanın kolaylaşması ile birlikte çürüklük artıyor. Kayalık sırt hattının kötü bir çarşağa dönüştüğü noktada mola vererek sıvı alıyoruz. Zirvenin 100-200 metre kadar üstümüzde olduğunu tahmin ederek dağın güney yüzüne yan geçip oradaki buz kulvarlarından birine girmeye karar veriyoruz. Kötü çarşak nedeniyle sevimsiz bir yan geçiş yaptıktan sonra bizi zirveye kadar götürecek 50-60 derece eğimi olan sert, hatta çoğu yerde cam gibi sert bir buz kulvarına ulaşıyoruz. Krampon ve buz çekiçlerimizi çantalardan çıkartarak emniyet almadan kulvara giriyoruz. Türkiye’de kolay kolay karşılaşamayacağımız bu uzun ve yeterince dik buz kulvarını çocuklar kadar şen bir şekilde sürekli olarak ‘front point’ tırmanıyoruz. Artık kollarımız çekiç sallamaktan iyice yorulduğu zaman, yani yaklaşık bir saat sonra Nakra Tau’nun zirve sırtına ulaşıyoruz.
Bir iki dakikalık yürüyüş ve zirve… Şimdiye kadar çıktığımız yüzlerce zirve içinde her zaman hatırlanmaya değecek sayılı güzellikteki zirvelerden biri Nakra Tau. Hemen yanındaki Donguz Orun’un zaman zaman sis içinde gözüküp kaybolan görüntüsü, Elbrus masifinin devasa boyutu ve Kafkasya’nın adı sanı bilinmeyen pek çok zirvesi manzarayı mükemmelleştiriyor. Zirvede fotoğraf çekimi, sıvı alımı, biraz beslenme ve Donguz Orun’a nasıl geçeceğimizi tartışarak 45 dakika kadar oyalanıyoruz. Nakra Tau’dan Donguz Orun’a yapmayı planladığımız travers tahminlerimizden daha zorlu ve bizi çok fazla irtifa kaybetmeye zorluyor. İki zirve arasındaki yatay mesafe ise karşıdan bakıldığından çok daha fazla. Büyük güçlüklerle aldığımız irtifayı altı buz ve sürekli kayıp duran dik bir kar kulvarından inerek kaybediyoruz. İnişi her ne kadar emniyet alma ihtiyacı hissetmeden gerçekleştirsek de, buz üzerinde sürekli kayma eğilimi gösteren, kramponlara yapışarak onları işlemez hale getiren ve dengemizi bozan kar hızımızı kesiyor. Artık tepemizde yükselmeye başlayan güneş, kar ve buzlardan yansıyarak hem ısısı hem de derimizi yakan ışınlarıyla tırmanışı tam bir kabus haline getirmeye başlıyor.
Donguz Orun’nun ana kütlesine kadar yapmamız gereken yan geçiş ise sıcak nedeniyle yumuşayan, kramponlarımızda kar plakası olmaması nedeniyle kramponlarımızı sürekli temizlememizi gerektiren kar, UV ve sıcak, bunların hepsinin üzerine de üstü kapalı küçüklü büyüklü çatlaklar. Hemen birkaç yüz metre aşağımızdaki tüm çatlaklar açılmışken bulunduğumuz yükseklikte sadece ana çatlakların açılmış olduğunu diğerlerinin üstünün ince bir kar tabakasıyla kaplı olduğunu bu çatlaklardan birine bastığımda anlıyoruz. Sonuna kadar gömülmüş olan sağ ayağımı sağlamda olan sol ayağımın yardımıyla geri çektikten sonra yeni bir taktik izleyerek yan geçmeye devam ediyoruz. Yol üzerinde bir kaç çatlağa daha bastıktan sonra kendimizi kayalık sırtlara ve Donguz Orun’nun zirvesine doğru yükselen dar, dik ama sağlam buz kulvarlarına zor atıyoruz. Artık sıcaklığın etkisiyle iyice ıslanan buz kulvarlarından tırmanarak zirve sırtına ulaşıp, karışık ve III+ zorluğundaki kaya etaplarını aştıktan sonra tekrar kar ve buz etapları yan geçip, tırmanıp üzerinde en azından 100 metrelik bir korniş olan sis içindeki zirveye ulaşıyoruz. Sıcaklık, sürekli ve zaman zaman derin karda yapılan yan geçişler, bitmek bilmeyen zirve tırmanışı en önemlisi de ikide bir yolumuzu değiştirmemize sebep olan çatlaklar nedeniyle tırmanışımız beş saat kadar sürüyor. Geri dönüşün de tırmanış kadar sorunlu ve daha uzun olacağını düşünerek zirvede hiç oyalanmadan dönüşe başlıyoruz. Zaman zaman su içmek ve bir şeyler atıştırmak için yaptığımız duraksamalar dışında sorunlu yerleri geçerek ilerliyoruz.
Donguz Orun’nun ana kütlesini çıktığımızdan daha zorlu bir şekilde geçtikten sonra bu sefer Nakra Tau’nun geniş kütlesini yan geçiyoruz. Sonrasında da dört tane sırt hattını tırmanıp inerek sonunda 4 ip boyu iniş yaparak bir çanağa indiğimizde hava kararmaya başlıyor. Bu çanağı da tabanından boydan boya geçtikten sonra altıncı sırt hattına ay ışığında tırmanıyoruz. Çok çürük olan bu 200 metre yüksekliğindeki sırta çıkarak bir saat içinde de çadırımıza iniyoruz. Güvenlik nedeniyle dönüş yolunu uzatmak zorunda kaldığımız ve normal şartlar altında bu iki zirvenin traversinin iki günlük bir tırmanış gerektirmesi nedeniyle tam 16 saat sonra kampımıza ulaşmış oluyoruz böylece. Yorgun olmamıza rağmen çok sıkı bir yemek ve iki ayrı çay partisiyle tırmanışımızı kutladıktan sonra iyi bir tırmanış yapmanın iç rahatlığı ve yorgunluğuyla, bebekler gibi dalıp gidiyoruz uykuya.
5 Ağustos, Terskol-orman içinde isimsiz bir yer Kampı toparlayıp aşağıya inmemizin zaman alması mesafelerin fazlalığı veya bir önceki gün yaptığımız zorlu tırmanış nedeniyle değil, gün boyunca yapacağımız fazla bir şeyin olmamasından kaynaklanıyor. Yavaş ve sık molalarla yaptığımız inişimiz sırasında tekrar sınır karakoluna uğruyor döndüğümüzü haber veriyoruz. Karakol kapısının biraz dışında oturarak kara kara düşünen batılı dağcılarla yaptığımız konuşmalardan onların izin alamadıkları, hatta rüşvetin bile işe yaramadığını öğreniyoruz. Onlar için üzgün, (yerlerinde bizler de olabilirdik) kendimiz içinse mutlu bir şekilde Terskol’a şaşlık ve asitli içeceklere doğru sohbet ederek iniyoruz. Terskol’da kişi başı dört porsiyon şaşlık ve gözleme yiyip, karşımıza çıkan ilk büfeden bir şişe votka aldıktan sonra orman içindeki kamp yerimize gidiyoruz. İspirtomuz bittiği için bundan sonra ocağımızın ön ısıtmasını bu %40 alkol içeren votkayla yapacağız. Kaybettiğimiz irtifanın fazlalığı, yemyeşil ormanın huzurlu ortamı ve alkol oranı %17’lik Rus biralarının etkisiyle rahat bir uykuya daha dalıyoruz. Bir de yanımızdan gürleyerek akan, suyunu Donguz Orun’nun eriyen buzlarından alan nehrin sesi olmasa…
6 Ağustos, Elbrus Dağı 4200 m. Kişi başı 10 $ ödeyerek teleferik biletlerimizi alıyoruz. Teleferik bizi 3800 metreye kadar çıkarıyor. Buradan 4200 metredeki Priut 11’e kadar kısa bir çıkışımız var. Priut 11 çok kalabalık ve bu kadar kargaşa içinde kesinlikle rahat olmayacak. Biraz daha yükselerek kampımızı kuruyoruz. Çadırımızın hemen yanından küçük bir buzul deresi akıyor böylece kar eritmek zorunda kalmayacağız. Aklimatizasyon tırmanışı yapmıyoruz. Zaten günlerdir çok fazla aktivite yaptık ve tırmanış için kendimizi hazır hissediyoruz. Gün boyunca sürekli olarak yiyip içiyoruz. Hiçbirimizde teleferikle çok hızlı alınan irtifanın kötü etkileri gözükmüyor. Baş ağrısı, mide bulantısı ve keyifsizlik yerine neşeli, iştahlı ve canlıyız. Moralimiz de yerinde zaten. Günümüzü hepimiz farklı şekillerde değerlendiriyoruz. Ben kitap okuyorum, Tunç ve Yılmaz koyu bir sohbetteler, Efecan ise dışarıda bulduğu bir tabaka tahta üzerine bizim burada olduğumuzu gösterir bir şeyler yazıyor. Radyoda beş ayrı Türk kanalı yakalıyor ve onları dinliyoruz.
7 Ağustos, Elbrus Dağı 4200 m kampı Gece kalkmamız gereken saatte kalkmayı başaramadık. Yürüyüşe başladığımızda saat 6.00 gibiydi hatta biraz geçiyordu bile. Hava ise öğleyin kesinlikle bozacaktı, bulutlar saatin erken olmasına rağmen Kafkasya’nın derinliklerinden üzerimize doğru akıyordu. Kötü havanın gelmesi belki öğle saatlerini bile bulmayabilirdi. Diğer ekiplerin hepsi gece erken saatlerde çıkışa başlamış olmalarına rağmen Elbrus’un iki zirvesi arasındaki bele ulaşmayı başaramamışlardı. Ağır ağır ilerlemelerini aşağıdan izleyebiliyorduk.
Havanın erken bozma ihtimalinin yüksek olması canımızı sıksa da Elbrus’un hem doğu hem de batı zirvelerine çıkarak traversini yapma fikrimizi değiştirmedik. Önce daha alçak olan doğu zirvesine sonra aradaki bele inerek batı zirvesine çıkmayı planlamıştık. Eğer hava erken bozarsa asıl zirve olan batı zirvesi riske girecekti. İlk bir saatte Pastukov Kayalıkları’na ulaşıyoruz. Burada Tunç önce ana zirveye gideceğini eğer hava iyi olursa traversi yapmayı istediğini söylüyor. Tunç’la burada ayrılıyoruz.
Kısa bir mola dışında, doğu zirvesine hemen hiç durmadan ve zorlanmadan çıkıyoruz. Ancak bu zirve de en az ana zirve kadar uzak, üstelik çıkış etabı bayağı dik. Zirveye sis içinde çıkıyoruz ve bundan sonra bir daha da sisten kurtulamıyoruz. Bu, manzara seyredememek anlamına geliyor ve Elbrus’a çıkmamızın en önemli nedenlerinden birini boşa çıkarıyor. Sis içinde bir kaç fotoğraf çekerek aşağıya, bele iniyoruz. Zirveye çıkmayı başaramayan birkaç kişi burada yatarak dinlenip geri dönebilmek için güç toplamaya çalışıyor, bazılarıysa daha şimdiden dönmeye başlamışlar aşağı doğru iniyorlar. Biraz çikolata yiyip bol sıvı aldıktan sonra biz de ana zirveye doğru tırmanmaya başlıyoruz. Tahminlerimize göre belden en fazla iki saat sonra zirvede olmamız gerekli. Ancak sis içinde izlerden başka bir şey seçemiyoruz. Sezon boyunca o kadar çok kişi buraya çıkmış olmalı ki izler asfalt gibi ve çok rahat yükseliyor. Biraz daha ilerleyince yol boyunca geri dönenleri görüyoruz. Batılı dağcılar sendeleyip yalpalayarak inerken Rus dağcılar rahat görünüşleriyle onlarla tam bir tezat oluşturuyorlar. Az bir yolumuz kaldığını bilmemize rağmen rüzgarla birlikte başlayan kar yağışı bizi endişelendirmiyor değil. Eğer izler kapanır ve hava açmazsa rahatça kaybolabiliriz.
Sislerin arasından aniden Tunç ve İspanyol ekibi çıkıveriyor. Tunç keyifle sadece 200 metre kaldı diyor. Yanındaki adamların durumu ise çok vahim. Bir tanesi hem kusup hem yürüyor. Kolunda da iki kişi var. Tunç’la tebrikleşip yolumuza devam ediyoruz. İzleri takip ederek 10 dakikada zirveye ulaşıyoruz. Bu arada yağış ve rüzgar iyice artıyor. Zorlukla fotoğraf çekip 5 dakika içinde inişe geçiyoruz. İzlerin yer yer kapanmış olmasına rağmen zorlanmadan iniş yolunu buluyoruz. Pek çok kişi hala burada oturmuş anlamsız gözlerle boşluğa bakıyorlar. ‘Avrupanın en yüksek zirvesine çıkmak onları gerçekten çok etkilemiş !‘ diye düşünerek inişe devam ediyoruz. Bir saat sonra kampımızdayız.
Tırmanışla ilgili rakamlara baktığımızda sonuçlar gerçekten çok etkileyici çıkıyor. Tunç 4200 kampından zirveye 4 saat 15 dakikada ulaşmış. Bizlerse her iki zirvenin traversini 6 saatte tamamlamışız. Geri dönüş ise sadece 1 saat almış. Tunç’un aldığı toplam irtifa 1400 metre civarında, bizlerse travers sırasında kaybettiğimiz irtifayla birlikte 1600-1700 metre irtifa almış durumdayız. Bu rakamlara göre çıkışımız standart zamanların çok çok altında. Biz çadırımızda çaylarımızı içerken diğer gruplar birer ikişer yanımızdan geçerek Priut 11’e gidiyorlar. Artık son tırmanışımız da yapmış olmanın verdiği rahatlıkla önümüzdeki sene neler yapmamız gerektiğini düşünerek alternatif planlar hazırlıyoruz.
8 Ağustos, Nalçık Demirkan Bey bizzat kendisi gelerek bizleri alıyor. Çok güzel bir jest doğrusu. Sorunsuz bir yolculuktan sonra otele ulaşıyor ve faaliyetin tüm kirlerini üzerimizden atıp, tıraş oluyoruz. Yemeğe inen bizlere, dağdan geldiğimiz zamanki halimiz arasındaki fark, resepsiyondakiler dahil herkesi güldürüyor. Aşçımız Nedim Usta’dan menemen rica ediyoruz, ardından şaşlık, ardından …. liste uzayıp gidiyor. Gece kısa bir Nalçık turu atıp dondurma yiyoruz. Bu şehrin geceleri çok güzel ama biraz ıssız…
Kürşat Avcı, 1998
Bu yazı yorumlara kapalı.