11 Ağustos 2013

MAKALU (8463 m) Nepal-Himalaya 2010

makalu from summit of everestmakalu (8463 m) zirvemakalu sunum (188)makalu sunum (248)13-makalumakalu sunum (131)makalu sunum (183)c2-c3to-makalu-la

Makalu, 8463 metrelik yüksekliği ile  yeryüzündeki en yüksek beşinci dağ. Gerçekten görkemli bir zirve ve ismi Nepalce’de Maha Kala yani ‘Büyük Siyah’ anlamına geliyor. Bu yüce dağı, Himalayalar’da daha önce yaptığım tırmanışlarda farklı açılardan seyretmiş ve onunla bir şekilde yolumuzun kesişeceğine inanmıştım. Kısmet 2010 yılı baharınaymış.

Mart ayında Everest Dağı’nın Ana Kampına eşim Nurcan ve keyifli bir grupla beraber yaptığım yürüyüş, Makalu tırmanışı öncesinde hem yüksekliğe adaptasyonumu arttırdı hem de Himalaya’ya ne kadar ait olduğumu bir kez daha  bana anımsattı. Hayran olduğum, anlam verdiğim yerlerdeydim! Üç hafta ve toplamda 120 kilometre süren yürüyüşümüz sırasında Makalu’yu tepesinde rüzgarın oluşturduğu bir bulut başlığı ile gözüken büyük, sivri bir piramit olarak seyrettik. Uzaklarda ve mağrur..

Makalu zorlu bir 8000’lik. Diğer yüksek dağlara göre teknik olanlardan biri ve ilk defa 1955 yılında  içinde Lionel Terray ve Jean Couzy’nin de olduğu bir Fransız ekibince ilk kez tırmanılan kuzeybatı rotası oldukça uzun. Dik buz (55-65 derece eğim) ve kaya-buz  (III+) karışık uçurumlar, geniş kar-buz yamaçları ve çatlaklarla dolu buzulların geçilmesini içeren teknik zorluklara, 8000 metre üzerinin kendine has sağlık sorunlarını ve dağın dünyanın ücra bir köşesinde olmasını da ekleyince, Makalu’nun zirvesine günümüze kadar neden sadece 330 kişinin çıkabildiğini ve 30 kadar dağcının hayatını kaybettiğini anlamak çok zor değil. Kısa bir hesapla, Makalu zirvesine çıkanların yüzde 10’u tırmanışta  can vermiş. Bunu Everest ile karşılaştırırsak, bugüne kadar  neredeyse 4750 kişi Everest’e çıkmış ve 217 kadarı da denerken ölmüş, yani oran yüzde 4. Makalu, zorluğu ve sorunları dolayısıyla korkulan, popüler olmayan ancak bu nedenle de değerli bir zirve.

8000 metrelerde atmosfer basıncı ve havadaki oksijen doymuşluğu yüzde otuzların altına iner; bu da normal bir insanın yaşamasına uygun bir ortam değildir. Deniz seviyesinde yaşayan bir insanı 8000 metrelere hızla çıkarırsanız kısa sürede hayatını kaybeder. Ne var ki, yüksekliğe çıkan insan bedeni  dokulara daha çok oksijen taşımak amacıyla alyuvar üretip bu yüksekliğe de uyum sağlayabiliyor, bu işleme aklimatizasyon adını veriyoruz. Bu şekilde 8000 metre gibi aşırı yüksekliklere dahi vücudumuz zamanla  adapte olabiliyor. Aklimatizasyonun zaman alması nedeniyle Himalaya zirvelerine yapılan tırmanışlar ortalama 1.5- 2 ay sürüyor. Yine de, insan için sorunlu olan bu yüksekliklerde dağın zirvesine ulaşmanın garantisi olmadığı gibi, yaşamsal tehditlerin boyutu azami dikkat gerekiyor… Bir ayağınızı diğerinin önüne atıp yürümek veya ocağı yakıp kar eritmek bile yeterince zorken, teknik tırmanış yapmak?

Tırmanışta ekip liderimiz olan Hollandalı  Arnold Coster çok yakın arkadaşımdı ve daha önce beraber Everest, Lhotse gibi 8000 metrelik dağlarda beraber tırmanmıştık. Ekip arkadaşlarım beş Nepalli,  iki İngiliz, bir Yunanlı, bir İsrailli, bir İsviçreli idi. Herkesin yeterli 8000 metre deneyimi vardı ve tırmanışta herşeyi paylaşacak ama yeterince özgür hareket edecek bir ekip halindeydik. Beş Nepalli Sherpa’mız ise çok deneyimliydiler ve aralarından Dawa Sherpa hem ekibimizin Sherpa lideri (yani Sirdar) hem de benim kıdemli tırmanış arkadaşımdı. Lhakpa Sherpa haricinde, Sherpa’larımızın tümünün ilk Makalu tırmanışı bu olacaktı. Küçük ama güçlü bir takımdık.

Nepal’de 8000 metrelik  zirvelere çıkmak için, hükümetten özel tırmanış izni almak  gerekiyor; bu izinler zaman alıcı bürokrasi gerektirmelerinin yanısıra gayet de pahalılar ve yaptırımları var. Neyse ki herşey yolunda gitti ve ekibimizle mart ayı sonunda Nepal’in başkenti Katmandu’da buluştuk.

Makalu, Doğu Nepal’de,Tibet (Çin Halk Cumhuriyeti) ve Nepal sınırında yeralıyor ve Everest Dağı’nın 50 km. kadar doğusunda bulunuyor. Makalu tırmanışının başladığı İleri Ana Kampa kadar yaklaşık 100 kilometrelik engebeli bir yürüyüş parkuru var. Yerleşimlerden uzaktaki bu yalıtılmış dağda, iki ay sürecek bir tırmanışı yapmak için gereken donanımı taşımaya  adeta bir hamal ordusu gerekiyor. Bu bölgede hamal bulmak zor ve günlük ücretkler ateş pahası. Hal böyleyken, lojistik sorunlar dağcılar için ciddi boyutlara varabiliyor. Yüzlerce hamalın 10 gün etap etap sürecek yürüyüşte düzenli olmasının sağlanması, yüklerin devamlı organizasyonu, yürüyüşte her gün adeta bir ordugah gibi kamp kurup sökülmesi.. İşte Sirdar’ınızın tecrübeli olması burada işe yarıyor. Bu konuda herşeyi çekip çeviren, bilgili biri gerekiyor.

Yürüyüşe başlamak için Katmandu’dan Doğu Nepal’deki bir kasaba olan 410 metredeki Tumlingtar’a ufak, iki pervaneli bir uçak ile uçtuk. Sisli bir akşamda ormanlar arasından süzülerek berbat bir  toprak piste oradan oraya savrularaktan  konduk, iptidai bir başlangıç! Hava çok sıcak… Yürüyüşte her gün farklı bir yerde çadır kurarak  konaklamak üzere, derin vadileri aşmak için  binlerce metre inip çıkarak,  Tibet’ten akan Arun Nehri boyunca ilerliyorduk. Kervan rotamız Chicila, Num, Seduwa, Tashigaon gibi şirin ve fakir Nepal köylerinden geçiyordu. İnsanlar bu ormanlarla kaplı, sıcak bölgede yarı çıplak, yarı aç ama hayatlarından memnun yaşıyorlardı. 2100 metredeki Tashigaon köyü medeniyetin son noktasıydı, burada bile gereken en basit ihtiyaçları bulmak imkansız gibiydi. Shipton-la ve Tutu-la geçitlerinde 4500 metrelere ulaşınca Makalu birdenbire karşımıza dikiliverdi, tepesinde herzamanki bulut başlığı ile çok görkemliydi..

Doğu Nepal çok yağışlı bir bölge, hemen her gün şiddetli şimşek fırtınalarına  yakalandık ve yükseldikçe yağmur kara, tipiye döndü. Artık Makalu- Barun vadisine girmiştik. Dik, çamurlu patikalar, taşlık vadiler, vahşi nehirler, şelaleler, cangıllar. Tibet sınırına yaklaştıkça arazi sarp bir kanyonu andırmaya başladı: donmuş şelaleler, granitten uçurumlar ve hayret verici tarzda, 4500 metrelere uzanan ormangülü korulukları. Sonunda 17 nisan günü, 10 gün süren yürüyüş bitti ve 105 hamalımızla beraber, 4700 metredeki Barun Gölü kıyısındaki Makalu Ana Kampına vardık. Karşımızda  göklere yükselen Makalu’nun muazzam, 3000 metrelik güney duvarı manzarasıyla, bu çöl gibi kumlu kampta birkaç gün kalıp yüksekliğe alışacaktık, ardından tırmanışın başlayacağı 5700 metrede, Chago buzulu üzerindeki İleri Ana Kampa gidecektik. Yükseğe uyum sağladığım bu günlerde, tek başıma Makalu güney omzunda 5800 metrelik bir tepeye tırmandım. Tek başıma gezmek ve tırmanmak kendimi dinlememi sağlıyor ve bana huzur veriyor.. Bu arada Sirdar’ımız Dawa, İleri Ana Kampa  gereken yükü birkaç seferde taşıyacak 20 güçlü hamalımıza ayakkabı, gözlük ve sıcak tutacak giysiler dağıtıyordu.

Yüksek dağcılık bazen sıkıcı olabiliyor. Beklemek ve beklemek. Yükseğe uyum için devamlı durmak, sonra sert, zor hareket ve yine durmak. Kilo vermemeye çalışmak, hasta olmamak için çok dikkatli olmak, sıkılıp motivasyonu kaybetmemek için konsantre olmak.. Garip bir dünya!

Barun buzulu üzerinden tozlu ve berbat derecede engebeli, patikası olmayan bir buzul geçişi ile ulaştığımız 5700 metredeki İleri Ana  kamp, son derece soğuk ve rüzgarlı bir mekan. Burada canlı ve bitki hayatı hemen hemen hiç yok denilebilir, sadece dağcıların yemek artıklarını didikleyen sarı gagalı dağ kargaları.. Ufka yayılmış opak türkuvaz mavi renkte, çelik gibi sert buzullar ve her yanda  sarı- kara granit duvarlar yükseliyor ve sert bir rüzgar devamlı olarak ıslık çalıyor.. Ana kampımızda bize günde üç öğün lezzetli  yemekler çıkartacak bir mutfağımız ve becerikli bir  aşçımız var; ana kampta tüm içecek su civardaki donmuş buzul gölünden buz kırıp eriterek sağlanıyor. Görece rahat çadırlarda tek kişi kalıyoruz, bu da bize bu komün dünyada biraz olsun özel hayat sağlıyor.. Bu yükseklikte geceleri  eksi 25 dereceye düşen hava ısısı gündüzleri  artı 30 derecelere varabiliyor. Bu yıl, Makalu İleri Ana Kampında değişik milletlerden 5 ayrı ekip ve toplamda 55 kişi var. İleri Ana Kamp, arkadaşlarla sohbet dışında hiçbir neşenin olmadığı, konforsuz ve bir noktadan sonra insanı sıkan bir yer..

Nepalli Budistlerin inancına göre, Makalu Dağı’nın Tanrıçasından sağ salim çıkış için izin alınan bir ‘Puja Töreni’ olmadan tırmanış olmuyor. Bu töreni, bizim mutfak ekibinden manastırda 11 yıl kalmış bir rahip (lama) yönetti ve hepimizi kutsadıktan sonra, üzerinde sanskritçe dualar yazan rengarenk dua bayrakları kampımızın dört bir yanına asılıp bağlandı. Artık önümüzde tırmanışa başlamaya engel yoktu, ruhen ve fiziken hazırdık. Dağımız Makalu da bu gün bizi çağırıcasına güzel gözüküyordu, sarı- kara dev duvarları ve buzullarıyla.

Makalu dağı üzerinde toplamda üç yüksek kamp kurduk; 1. kamp 6300 metrede Chago buzulunda bir platoda, 2. kamp 6800 metrede Chago buzulunda bir rampada ve 3. kamp Makalu-la belinde (Makalu kuzey geçidinde) 7440 metrede. Bazı üyelerimiz, normal olarak 7800 metredeki 4. kampı da kullandı ama ben herzamanki gibi, zirve günü bu en yüksek kampı kullanmadım ve atladım. Makalu’da kamp aralıkları genelde oldukça uzun ve kamp yerlerinde buzulun hareketiyle oluşan çatlaklar çok miktarda var, yani hareket etmek özen gerektiriyor, yoksa derinliği 50 metreye varan, bir kısmı gizli olan bu çatlaklara kazara düşmek çok kolay. Çatlak tehlikesine karşı buzul üzerinde  daima birbirimize  iple bağlı veya sabit hatta girerek dolaştığımız rotada harika buzul duvarları çıktık: masmavi, dik cam buzdan oluşan bu etaplarda çift alet tırmanmak çok güzeldi. Makalu dik etapları olan bir zirve ve rotanın en teknik etapları daha da yukarıda, mesela 2. kamptan 7400 metrelere kadar devamlı kaya ve buz karışık uçurumlar  bulunuyor.Buz ve kaya duvarlarında  tırmanış için  rotaya yüzlerce metre sabit hat ipini kaya sikkeleri ve buz vidaları ile sabitlemek gerekti. Bu görevi tüm ekipler ortaklaşa çalışarak yapıyor, bazı ekipler yüzlerce kilo tutarındaki ip ve teknik malzemeyi taşırken diğerleri tırmanıp bunları rotaya döşüyorlardı. Kısacası, gerçek bir ekip çalışması!

Güzel bir detay; 7300 metrede tırmanırken eski bir sikke buldum. Bu sikke Lonel Terray ve ekibinin 1955 yılındaki ilk tırmanışta çaktığı  Claudius Simond Chamonix el yapımı sikkelerdendi ve hala güzel bir anı olarak evimde durmaktadır..

Günler tırmanışla geçip gider ve bünyelerimiz yüksekliğe alışırken, normalde mayıs ayı ortasında  gelmesi gereken sakin bir hava dönemini de bekliyorduk. Kuzey’den, Tibetten esen soğuk rüzgarların güneyden, Hint Okyanusundan gelen Muson yağışı ile geri itilmesi sonucu oluşacak bu ‘iyi hava penceresi’nde rüzgar ve ısı 8000 metrelerde tırmanılabilir derecelerde olurdu. Ancak, bu sene  Himalaya’da karmaşık hava hareketleri hakimdi ve  rüzgarsız dönem bir türlü gelmiyordu. 8000 metre üzerinde yüzlerce kilometre hızla esen rüzgar ve eksi 45 derece hava zirveye gitmeye hiç uygun değildi. Zamanımız azalıyordu, mayıs sonunda yazın Asya’yı etkileyen muson yağışı dağları basacak ve tırmanış sezonu bitecekti. Ne yapmalıydık? Herkes huzursuzdu, birkaç ekip kotü şartlarda zirve denediyse de, soğuk ve rüzgar hepsini püskürttü. Bazı ekipler mayıs ortasında pes edip eve dönmeyi tercih ettiler…Biz sabırla beklemeyi uygun gördük, bu aşamada ekibimizden iki kişi, bir İngiliz ve bir İsrailli arkadaşımız eve dönüş kararı aldılar. Belirsizlik ve bilinmeyen, dağcılığın en büyük mücadelesidir zaten, sabırlı ve uyumlu olmayı insana öğretiyor…

Mayıs ortası gibi, önümüzdeki günlerde havanın görece uygun olacağını hava raporlarından öğrendik ve ekip olarak yukarı hareket edip  7440 metredeki 3. kampımıza tırmandık. Bu yüksekliklerde atacak kurşununuz çok sınırlıdır, fazla beklerseniz bünyeniz zorlanır ve yorgunluktan çökebilirsiniz. Zaten ruhi olarak da beklenti içinde olan dağcı iyice sıkılır; bu kadar aylık çabanın sonuç verip vermeyeceği bu iki gündeki hava ve kar durumuna tamamen bağlıdır. Yani iki aylık çaba sadece iki günde boşa gidecek veya doluya çıkacak!

Bizden önce zirveye çıkmayı deneyen  ekiplerin çoğu, mesela Fransızlar ve Amerikalılar, kötü koşullarda dönmek durumunda kalmışlardı. Tam bir gün beyaz bir tipi ve sıfır görüşte çadır içinde beyhude bekledik, hava bir türlü düzelmiyordu, umutsuzluğa sürüklenmemek için sebep azdı.. Aşağı inip bir sefer daha geri mi çıkacaktık?  Konforsuz bir ortamda bekliyorduk, yeme içme de bu yükseklikte kötüydü, yemekler yeterli olmadığı gibi iştah da yoktu. Her yüksek tırmanışta olduğu gibi bol vitamin, kas proteini ve özel beslenme destekleri en büyük yardımcımdı. Saatlerce zaman harcayarak ocak üzerinde buzdan erittiğimiz içme suyu yetersiz ve tatsızdı, günde ortalama 8 litre sıvı almamız gerekiyordu ki bu irtifada sağlıklı kalabilelim. Ama her çaba sonuç verir; sonunda tipi bitip, 24 mayıs gecesi Makalu Dağı’nın üzerindeki gökler parlak yıldızlara bürününce hepimiz çocuk gibi sevinmiştik. Zirve bizi bekliyordu! Söylemesi kolay, zirve ile aramızda  binlerce metrelik bir buzul ve kaya uçurumu uzanmaktaydı..

24 mayıs gecesinin ilk saatlerinde cam gibi keskin bir soğukta 7440 metreden yola çıktık. Ekipte herkes oksijen maskesi takmıştı, ben ise tek tüp oksijenimi 8000 metre üzerinde kullanacaktım ve o sırada buz gibi gece havasını soluyordum… Esas kararım bu dağa oksijensiz çıkmaktı ama bu kadar soğukta el ve ayakları dondurmamaya güvenemiyordum doğrusu, riske atmaya da değmeyecekti. Daha tırmanacak çok kaya ve duvar vardı..!

Dağı saran muazzam bir ayışığı içinde yükseliyorduk, herkes rüzgarın ıslığı haricinde mezarlık kadar sessiz olan gecede, kapşonlar çekili, kendi düşüncelerinde yalıtılmış şekilde tırmanıyordu. Sadece nefesin, kalp atımının ve buzu ısıran kramponların gıcırtısı…Saatler  ay ışığı altında belli belirsiz aşağılarda gözüken Tibet dağlarını, Chomo Lönzo’nun belirgin üç zirveli şeklini yarı bilinçlice seyrederek  geçiyordu; yükseldikçe perspektif değişiyor, dağlar giderek aşağıda kalıyordu. Yıldızlarla beneklenmiş kara gecede 8000 metrelere gelmiştik ve soğuk eksi 30 derecenin altı olmalıydı çünkü kaztüyünden yapılmış tek parça yüksek irtifa giysimin göğüs kısmı zırh gibi kalın buzla kaplanmıştı ve aşırı sıcak da değildim. Gece bitmek bilmiyordu, saat kaçtı acaba? Eksi 60 derecede kullanmak için yapılmış  Millet Everest ayakkabılar içinde tahta gibi hissizleşmiş olan ayaklarım çok üşümüştü. Oksijene geçmenin zamanıydı artık. Oksijenin en büyük etkisi bu yükseklikte oksijen taşıma kapasitesi azalan kanı oksijene ederek el ve ayakları sıcak tutmaktır, aksi takdirde el ve ayakları dondurup kaybedebilirsiniz..

Maskemi takıp oksijenimi dakikada 1 litre akışa ayarladım, kısa sürede beliren ısınma bariz ve mucizeviydi. Yeni ve canlı bir tempo ile yola devam…Gün 25 mayısa döndüğünde ay ufukta battı ve dağ zifiri karanlık oldu. Geniş bir buz duvarını  ufak ve dik yan geçişlerle tırmanıyoruz; türkuvaz rengi porselen kıvamı buz lamba ışığımızda parlıyor, ışığın gidemediği yerlerde derin  karanlıkta, hissedilen büyük bir boşluk var. Cam buz kırılan porselen sesi veriyor! Nihayetinde sabah 4 gibi ışık yavaştan değişiyor ve hava siyahtan mora, sonra griye dönerek aydınlanmaya başlıyor. Gecenin bitişi bu kadar mutlu edemez kimseyi herhalde! Soluk bir ışık ile dağlar aydınlandı. Zirve çok uzak değil ama önümüzde zirve kaya duvarı uzanıyor, geniş bir buzul çanağından, uzun çatlaklardan geçerek ilk kayalara ulaşıyoruz. Kayalar dik ve tırmanış zorlaştı, yanlış bir hamle yapıp kaymak  insanın sonunu getirebilir, o kadar dik ve boşluklu.. Bazı yerlere inişte kullanmak için ip hattı döşüyoruz ama genelde ip yok. Güneş doğuda, Tibet ufkunda parlak tarzda doğuyor, gördüğüm en güzel gündoğumu olduğunu düşünüyorum. Oksijensizlik iki şişe şarap içmek gibi, garip ve müptela edici, insanın algılarının açıldığı bir hissiyat veriyor. Hava aydınlandıkça ısı da artıyor ve daha rahat tırmanıyoruz; Arnold, Dawa, ben ve Lhakpa en öndeyiz. Havadaki grilik kaybolup mavi göklere yer veriyor, dağın 8400 metredeki buzlu yatık omzunda güneşle buluşuyorum. Artık zirveye çıkacağımızı biliyorum. 150 metre ötemde, sırtın ucunda göğe uzanan 50 metrelik ardarda iki buz kulesi var, jilet gibi keskin duruyorlar. Son engel….

Bazen derinleşen ama genelde tehlikeli olmayan boşluklu  kar ve buz etaplarını lider tırmanarak geçtim.İlk kuleyi aşınca önümde esas zirve kulesinin keskin sırtı belirdi, üzerinde buz vidaları ve kazıklarla sabitlenmiş 4 mm’lik bir ip hattı vardı. Keskin sırtı deldikçe arkadaki uçurum alttan gözüküyordu, bazı yerde sırtın buzlu ucunu kanat gibi tutarak ilerliyordum. Hissiyat müthişti. Zirveye ulaştığım anları günlüğümden okuyoruz:

Zirve kuleleri dik bir buz tırmanışıyla başlıyor, kardan uç gösteren eski ipler var, tırmanış boşluklu ama zor değil. Tam bir adım aşağısı binlerce metre uçurum, adeta yerle göğün kıyısındayım, olağandışı! İşte zirve, 50 metre ötede, 10 metre yukarıda,keskin bir jiletin sırtını geçiyorum.. Adım adım piramidin ucuna tırmanıyorum, kazma ve kramponlarım kar- buzu iyi tutuyor. Sonunda saat 10.50  gibi en yüksek nokta:burası 8463 metre, Makalu’nun zirvesi!  Dört yönde manzara yüzlerce kilometre için apaçık, Everest ve Lhotse elimi uzatsam tutacak kadar yakındalar.. Tarif edilmez bir coşku! İnsanın hayatında öyle anlar vardır ki, ‘ölsem de gam yemem artık’ diye düşündürür, işte bu da öyle bir andı.Oksijen maskeleri ve kalın gözlükler ardında bile,  hepimizin neşe ve rahatlama ifadeleri belli oluyordu…..

 8500 metreye yakın zirve, ufacık bir kar külahının ucu- öyle ki sadece üç kişi zar zor sığabiliyor.. Hava arada bir sert patlayan rüzgar haricinde durgun. Zirvede neredeyse 1 saat geçirdik, en uca dua bayrakları bağladık. Ve kaçınılmaz an geldi: iniş.  Batıdan bazı bulutlar ve belli bir tipi hızla geliyordu. Rüzgar kısa sürede iyice güçlendi. Arada durup su içerek ve dinlenerek  3. kampa kadar 4 saatte indim. Yorgun argın vardığım kampta geceyi yetersiz sıvı alarak, bölük pörçük uyuyarak geçirdim. Gece geç saatte sadece Lhakpa kampa geldi ve o da yorgunlukla sızıverdi. Ertesi sabah erkenden toplanıp inişe devam ettim. Yalnızlık içinde birçok ip inişleri, yüzde kimse yok.. sonunda  5700 metredeki İleri Ana Kampa vararak tırmanışı tek parça bitirdim. Zorluklar ve tehlikenin külli kısmı geride kalmış, hakedilmiş dinlenme beni beklerdi..

Ancak yukarıda herkesin şansı yaver gitmiyordu. Yunanlı üyemiz Haris, zirveye çıktıktan sonra yorgunluk ve yükseklikte kendini aşırı zorlanmaktan hayatını kaybetti, oysa ki ekspedisyon lideri Arnold onu defalarca dönmesi için uyarmıştı. İsviçreli üyemiz Guntis ise tüm el parmaklarını ve bir ayağını dondurdu ama neyse ki uygun tedavi ile daha sonradan uzuv kaybı olmadı. İngiliz üyelerimizden Adele ise tek akciğerinde çökme yaşadı ve hala durumu parlak değil. Arnold da onlara yardım etmek için çok yoruldu. Makalu, ufak ekibimize sıkı bir dayak attı yani!

Artık dağda işimiz bitmişti, hızla İleri Ana Kampı topladık ve tıbbi yardıma ihtiyaç duyan Guntis ve Adele’nin sigortası nedeniyle gelen helikopter ile Katmandu’ya döndük. 10 gün ve 100 kilometrelik yürüyüş yolunu geri yürümem gerekmeden  bu kadar kısa sürede dönmek beni ziyadesiyle mutlu etti diyebilirim. Helikopterin güzel bir icat olduğunu hep söylerdim zaten:-)

Böylece altıncı 8000 metrelik zirveme tırmanmıştım. Yüksek dağlarla tekrar buluşmam ne zaman? Siz bu yazıyı okurken, ben muhtemelen Tibet’in yüksek platolarından geçip, yeryüzündeki en yüksek 14. dağ olan 8013 metrelik Shishapangma Dağı’na tırmanıyor olacağım.

Dağların enerjisi sizlerle olsun……

 

 

Bu yazı yorumlara kapalı.