27 Ekim 2007

Üç Süper Kahramanın Aladağlar- Güzeller Kış Macerası 2003

Ekip Sıyırma Boğazı’nın içinde ilerlerken bir mola anından görüntü. Arkada sağda Güzeller Dağı ile, ön planda kayaklardan sıkılmış Efecan ve kayakla gitmediğine sevinen Tunç görünüyor! Biraz değişiklik olsun ve hafif bir nostalji yaratsın diye bu resimleri siyah beyaz taramayı tercih ettim.

Sıyırma Boğazının sapağında, Güzeller’in dibinde 2700 metrelerde kurduğumuz kampımızda tur kayaklarını mükemmel şekilde – çadırı sabitlemek için- kullanıyoruz!

Kampta çadırın içinde, Tunç ve Efecan kek peşinde!!!

Efecan ve Kürşat çadır içinde neşeli geyik anları yaşıyorlar..

Güzel bir Aladağ günü sonunda, Sulağan Kaya ve Cebelbaşı’nın yalçın kayaları güneşin son ışıklarıyla yıkanıyorlar..

Tırmanış sabahı Güzeller kuzey çanağından gözüken Sıyırmalık ve Güzeller dağları taze kar altında. Sadece 12 saat önce çekilen bir önceki fotoğraf ile ne kadar farklı bir ortam!

Güzeller kuzeydoğu kulvarının ortasında, derin karda batarak yükseliş.. Kürşat, Efecan’ın durmayan çenesinden kaçarcasına önde iz açıyor.

Tırmanışın başladığı yer: kulvarın bitiminde, Güzeller kuzeydoğu sırtının başlangıcı. Teknik malzemeler kuşanılmış, buz aletleri ele alınmış, ip ise her an çıkarılıp kullanılmak üzere çantada hazır bekliyor.

Sırtın başladığı yerdeki mix etapta Kürşat tırmanırken, drytooling hesabı.. ama henüz krampon takmamışız.

Tırmanışın yattığı omuz etabında, krampon takmak için verilen molada Tunç ve Kürşat.

Daha sonra çığ ile tamamı düşen dik ve karlı çanağın tabanında, yukarıdaki mağaraya karda bata çıka tırmanış..

Çığ etabından sonra içine girdiğimiz geniş mağaradan sağ sırta geçiş. Mağaranın tepesinde dönen ısrarcı kar bulutuna dikkat edin.. O bulut ki, emniyet alan adamı perişan eder!

Çığ etabında Kürşat emniyet alırken Efecan yamacı geçiyor..

Zirveye iki ip boyunda ulaşan karlı mix etapta Efecan tırmanırken.

Tırmanış sırasında Kürşat Avcı.

Tırmanış sırasında Tunç Fındık.

Zirvede Efecan Aytemiz (donmuş kaşlara dikkatinizi çekerim!).

Güzeller Dağının 3461 metrelik doruğunda karşılıklı kutlamalar kabul ediliyor..

Güzeller klasik rotadan fırtınada iniş.

ÜÇ SÜPER KAHRAMANIN GÜZELLER KIŞ MACERASI!!!!

Bu yazıya ciddi bir başlık atmak hiç istemedim, tabii ki bir süper kahramanlık olayı sözkonusu değildir.. Yine de, filmde adı geçen kişiler, yerler ve olaylar gerçekte vardır! Yine Aladağlar.. ‘kardeşim buradan da bıkmadın mı’ diyen düşünce balonlarınızı görür gibi oluyorum ama, tilkinin eninde sonunda vardığı yer kürkçü dükkanıdır hesabı, biz de bir kez daha Aladağlardaydık. Ocak ayı sonunda, arkadaşım Mustafa Kalaycı (Tafa) ile Ağrı dağının kuzeybatısına çok sert bir havada yaptığımız ve zirveye ulaşamadığımız tırmanıştan sonra, bu kez eski dostlarım ‘teğmen’ Kürşat Avcı ve ‘masör’ Efecan Aytemiz ile gelmiştik. Berbat derecede yağışlı ve derin karlı devam eden 2002-2003 kışının bu bayram tatili kısmının da öyle olacağını öngörerek, tur kayakları ile ekibi mobilize etmiştik. Kürşat’ın jipini çantalar ve kayaklarla hıncahınç doldurup, sisli bir gecede dağ yoluna düştük.

Güneş doğmadan önce sıkı şekilde buzlanmış olan Altunhisar yolunda bir yerlerde, jipimiz 360 derece spin atarak yoldan çıktı ve şarampoldeki kara kıçüstü saplandı.. Adrenalin pompası, biir. Macera daha yeni başlıyor! Yolun kalan kısmını gözlerimiz tamamen açık, tırsak tırsak saatte yirmi kilometre ile giderek Çukurbağ’a varabildik. Salim Abi ve ailesinin bayramını kutlayıp beraber kahvaltı ettikten sonra, tipik prosedür: giyinme, traktöre biniş, eli ayağı üşüterek Emli yolu. Hava umulmadık derecede açık ama yerde bol taze kar var ve Salim abi bizi traktörle Sarımehmetin Yurdu’na atamıyor.. sağlık olsun, biz de kayakları taktık ayağımıza, altta fok derileri ile güzel bir tempoda gidiyoruz. Bu tur kayağı işi bizim Efe’ye ilginç gelmiş olmalı, ayağına ilk defa tur kayağı takıyor çünkü. Aslında pek bir fark yok, sadece batmadan yürüyoruz. Bir süre sonra kayakları yerde sürüyerek yürümek içimi baydı ve bağlamalar nedense ayaklarımın tabanını biraz acıttı, ben de (sırtımda yeterince ağır metal yokmuş gibi) onları koca çantamın yanlarına bağlayıp, sıradan ölümlüler misali (!) ormanda yürümeye başladım..

Dağ insan dolu, bayram tatili tabii, herkesin uzun süreli dağa gelebileceği tek zaman. Akşampınarı’nda kampta olduğunu tahmin ettiğimiz, eskilerden Ufuk Özgöz’le yolda karşılaştık:

-Vaay abim!
-Ne o, kayağını gezmeye mi çıkardın!?

Velhasıl, Kürşat ile taa Pakistan’dan ona getirdiğimiz yün Hunza beresini (Bin Ladin şapkası!) ve ufak bir şişe cep kanyağını ona verip yola devam ettik. Akşampınarı.. bir sürü çadır, bir sürü insan. Uzun süredir bu kadar kalabalık bir dağ ortamı görmemiştim! Bizim Bilkent kulübü de oradaydı ve Kürşat ile Efe’yi beklerken onlarla uzunca süre oturup sohbet ettim. Tipik Akşampınarı işte, saat ikide güneş hemen gitti ve lüzumsuz bir ayaz bastı.. Bizimkiler de gelince geceyi burada geçirip yarın Güzeller Kuzey yüzünün oralara çıkmayı planladık. Hemen çadırı kurduk, tur kayaklarının en bayıldığım yanı bunları kara saplayıp çadırı harika şekilde sabitleyebilmek..hele de üç kişinin altı kayağı ile çadır davul gibi geriliyor!
Yıldızlı ve ayaz bir gece basarken biz de planlarımızı bir kez düşündük: Amacımız sakin rotalar çıkmaktı bu sefer, Güzeller Kuzey yüzü’nü kar uygun olursa düşünüyorduk, veya C1/ Sıyırmalık dağını. Herşeye yukarıdaki kar ver hava durumu karar verecekti. Hava durumu bu günlerde biraz dengesiz de olsa düzeliyor gibiydi.

Ertesi sabah hiç erken kalkmadık, bariz bir tembellik ve sabah uykusu ile toparlanıp yola çıkışımız saat onu bulmuş olmalıydı. Ben kayaklarımı Bilkentli arkadaşlara vermiş ve köye geri yollamıştım – bu kayak işi bana hoş gelemiyordu bir türlü. Bizim kafadarlar ise hala ısrarla kayaklı idiler. Efecan garip bir merakla kayak işine sarmıştı, hayırlısı. Böylece onlar motorize ben piyade, eski ve de emektar Sıyırma boğazımıza girdik. Vadi tabanına kadar inmiş iki büyük çığın kalıntıları ibret vericiydi diyebilirim.. Yarısı kapanmış olsa da sert ve eskiden kalma ayak izlerden batmadan gidiyor ama iz haricine çıkarsam belime kadar gömülüyordum. Neyse, çok da batmadan üç saatte Sıyırma boğazının sapağına tırmanabildik. Boğazın Güzeller kuzey ve batı çanaklarına ayrıldığı bu çukur yerde Korkut Hoca ve üç arkadaşından oluşan Bursa ekibiyle karşılaştık, onlar da Vayvay bölgesine gitmek üzere oradaymışlar. Bu günlük bu kadar diyerek kampımızı 2650 metrede attık. Hava öğleden sonra kapadı, sis bastı ve hafif bir kar tozarmaya başladı dışarıda. Şu anda Demirkazık kuzeydoğu sırtını tırmanıyor olması gereken tüm dağcı arkadaşlarımıza (bildiğimize göre en az üç ekip olacaktı) sabır ve şans dileyerek çadırımızı kurduk. Geceleyin Efecan o kadar çok konuştu ki yan çadırlar asla uyuyamamış olmalı..

Sabah bir kez daha tembellik ederek rotaya filan girmedik ve Güzeller’in duvarlarındaki durumu keşfe gittik. Bu güzel, açık günü de böylece yemiş olduk.. Efe ile ben yürüyek, Kürşat ise kayakla Güzeller çanağına kadar çıktık ve bunu da Kürşat’ın kayakla boğazdan düşe kalka inmesi izledi. Adam bu işe iyice sardırdı, kampa varınca bir kez daha yukarı çıkıp yine indi… Huopp birader, kayak için Uludağ’a gitseydin madem öyle! Şaka bir yana, dağda olağanüstü miktarlarda kar var ve zannederim önümüzdeki yaz, dağ bol karlı olacak. Birçok rotaya girmek (Güzeller klasik batı kulvarı dahil) şu an için biraz tehlikeli. Yine de günün kalanını sabah erkenden Güzeller kuzeydoğu sırtına girmek için hazırlık yapıp erkenden uyuyarak geçirdik. Bu rotanın ilk kış tırmanışını Efecan ile beraber 1997 aralık ayının son günlerinde yapmıştık ve aşırı zor olmasa da zevkli bir tırmanıştı..Bu koşullarda üç kişi bu rotayı tekrarlamak güzel olacaktı sanki.

12 şubat sabahı hava kül rengiydi ve sabahın üçünde olması gerektiği kadar soğuk değildi. Kesinlikle yağış geliyordu. Neyse, kampımızı terkederek Güzeller kuzey çanağını geçtik ve kuzeydoğu kulvarının tabanına vardık. Çok kar vardı, ama yine de aşırı batmadığına güvenerek ilerledik. Kulvar 45 derece eğimi asla geçmese ve kazma çıkarmak zorunda hissetmesek de, kulvarın üst üçte birinde kar iyice batmaya başladı. Artık üst bacak hizasında karı yararak gidiyorduk.

-Mamayi zukkero, mamayii zuukkeroo..
-Abi amma geyik yaptın be, yeter artık, sus da biraz dağın huzurunu bulalım!
-Napiim yav, ben konuşmazsam asla yürüyemem!!

Kürşat, Efecan’ın durmayan çenesinden kaçarcasına öne geçmiş, hiç durmadan iz açıyordu. Nihayet sertleşen kar üzerinden, beldeki kornişi soldan dolaşarak Güzeller-Sıyırmalık beline çıktık. Bu arada hava da beklenmedik tarzda açıp güneşlenmişti ama güneyden kötü niyetli gri bulutlar geliyor ve sert bir rüzgar da gittikçe artıyordu.. Belde kısa bir su – yiyecek molası sonrasında, ortamda buz olmasını hiç beklemediğimiz için sadece buz aletlerimiz elde, emniyet kemerleri takılı ve teknik malzemeler üzerimizde şangırdar şekilde Güzeller tarafına tırmanmaya başladık. Güney yöne kısa bir travers ve açık olan kayaya giriş.. III derece zorlukta ama dimdik bir etabı birbirimize taş düşürmeden geçtik- kayaların arası ve üzeri ince bir buz örtüsüyle kaplı. İçimden krampon giymeyi geçiriyorum ama ‘hızımız iyi, gerekince takarız’ bahanesi ağır basıyor. Kaya dik ama tutamaklı ve (hayret ama) sağlam sayılır, paso buz aletlerini kaya çatlaklarına takıp buna güvenerek, aradaki ufak buzlu alanlara ve donmuş topraklara, yosunlara saplayarak gidiyoruz. 70-80 metre kadar sonra eğim iyice arttı, hala üç adam altalta ve serbest gidiyoruz. Kulvarımsı, içi sert karlı dik bir bacaya girip sırayla tırmanıyoruz, ama bu karın altı buz! Ah, krampon, krampon! Kramponu burada takmanın mümkünü yok, buza sapladığım tek aletle duruyorum..altta ise boşluk. Neyse, geri dönüş daha riskli bu noktada, kelleyi koltuğa alıp bir ayak kayada, eller alete asılı ve bir drop knee hamlesiyle diz düşürerek bu etabı da egale ediyorum. Spor tırmanışın gözünü seveyim! Yamacın yattığı yerdeki sert karda ayak vurup iz açarak bir süre tırmanıp omuz gibi düz bir sete ayak bastık. Rüzgar burayı iyice kasıp kavurmuş ve çarşak ortaya çıkmış, hemen yanından ise ayak izi çıkmayacak kadar sert bir kar-buz örtüsü başlıyor. Bizden 250 metre kadar yüksekteki zirveye bu tür sert bir buz zemininden neşeyle tırmanacağımızı safça zannederek, kramponları geç de olsa takıyoruz..

Setten ilk adımlar sert başlasa bile sonrası karda diz üzeri batmaya başlıyor ve hatamızı bir kez daha anlıyoruz: Burası ne de olsa bir kuzey yüzü; oturmamış kar olacağını düşünmeliydik. Kayalık bir sete kadar 70-80 metre kadar böyle devam ettik ama kar çok fena, tam kitaplarda anlatılan teorik çığ dersi.. Yukarıda büyük bir mağara ve altında 100 metre genişlikte bir kar alanı var, bunun da üzerinde – neredeyse 100 metrelik bir tırmanışla ulaşılacak olan- zirve sırtı gözükmekte. Mağaraya dik devam edeceğiz derken bu büyük kar alanının altta daraldığı etabı yan kestik, kar artık bel hizasında batıyor, çoğu yerde plastik ayakkabılarımız zemindeki kayalarda patinaj yapıyordu. Sırt hattındaki mağaranın yarattığı hava akımı bozukluğu nedeniyle olsa gerek, kar buraya fena yığılmış ve tabaka yapmış. Kulvarın kayalık sırtına vardığımız anda bir homurtu ve gümleme sesi kulaklarımızı doldurdu:

-Çığ! Olum dikkat, çığ!
-Lan!Lan!Lan!Gidiyor!
-Öfff bee!

Önce altını, sonra da kenarını kestiğimiz için mağaranın altındaki kar yamacı kopup düşmüş ve yüzelli metre aşağıda koni şeklinde yayılıp açılmıştı..Adrenalin pompası, ikiii! Ne kadar küfür ettiğimizi burada hiç yazmayayım..

Neyse mağaraya girmiştik artık. İçi geniş bir dağ keçisi ini olan mağaranın arkası açıktı, sakin ve güvenli bir yol var mıdır düşüncesiyle dar bir tünelden sekiz metre kadar sürünerek arkaya baktık..Koca bir korniş ve temiz, dik bir duvar vardı altta ve üstte. Rotayı zirveye vardırmak için tek yol, mağaranın altındaki kar yamacını (az evvel yarısı düşen yamacı!) tamamen, 60 metre kadar yan geçip, açık kayalık olan sırta ulaşmaktı. Bu noktada ‘niye zorluyorsunuz, niye geri dönmüyorsunuz’ dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ama işler böyle değil.. ayrıca biraz iradeli davranmak da gerek, mesele hayati boyuta gelmedikçe bence sorun yok. Burada henüz o boyutta değildik ve içimizdeki şeytan bizi devam etmeye çağırıyordu, omzumuz üzerinden ahlaksızca, baştan çıkarırcasına fısıldıyordu. Zirveye, hadi zirveye!..
Hava iyice bozmuş, artık düzenli ve hiç ara vermeyen sert bir yel esip kar savuruyordu. Gök çelik grisiydi. Kusursuz fırtına.. Hah hah ha! Böylece, mağarada tavana birleşen doğal bir dikite perlonbant dolayıp teğmen Kürşat’ı yamaca yolladık, daha doğrusu göreve gönüllü oldu. Güneydoğu’da, Hakkari’de askerliğini gönüllü yaptığından beri onu ‘teğmen’ Kürşat olarak çağırırız..Efe onun emniyetini alırken o da çığ tehlikesi ile yüklü kar yamacını keserek, ipi sürükleyerek ilerlemeye başladı. Adrenalin pompası, üüüç!

-Olum burası kesin düşecek, fena kesiyorum! İpi sıkı tutun ha!
-Merak etme baba, emniyetin sağlam!
-Ulan, ulan..!

Derin batmasına rağmen Kürşat yamacı düşürmeden tamamen paralel şekilde kesip, 8 milimetrelik ipin 60 metresini son milimine kadar kullandı ve sırta ulaşıp uzunca süre istasyon için bir yer aradı, karları ve buzları eşeledi, indi, çıktı sonunda da bir sikkeyi iyice çaktı. Efecan ile derin bir oh çektik.. Bu arada rüzgar çok sert esiyor ve mağaranın ağzında, tam Efecan’ın istasyona bağlı emniyet aldığı yerde burgaçlarla dönerek kar savuruyordu. Efecan’ın ağzına yüzüne, sıkıca kapalı kapşonuna kar doluyor, elleri donuyordu ve küfürlerini, söylenmesini duyabiliyordum..artık mamayii zukkeroo diye şarkı soyleyemiyordu! 1997 yılının o soğuk kış gününde burayı tırmanırken de aynı yerde bu tür bir tipi yemiştik- gerçi o zaman hava daha da soğuktu ve kirpikler, kaşlar tamamen buz külçeleriyle kaplanmıştı.. Artık sıra bizdeydi, ben de kilitli bir karabinle sabit duran ipe girdim ve Kürşat’ın yanına ulaştım. Son olarak Efe istasyonu söktü ve Kürşat’ın emniyetiyle yamacı geçti. Önümüzde neredeyse iki ip boyu kadar, 60 derece kadar eğimli ve karlı, arada kayalar gözüken bir yamaç vardı. Sırf çok üşüdüğü ve hareket etmek istediği için bu ip boyunu gitmek isteyen Efe malzemeleri Kürşat’tan alıp tırmanmaya başladı. Biz de yanımızda olan her giysimizi giyip, onu seyrederek ip vermeye başladık. Efecan bazen derin batarak, bazen de sert karla kaplı kayalarda garip miks hamleler yaparak ipin sonuna geldi ama istasyon kuracak yer bulamıyordu..derin kar ve dümdüz, slab kayalar.. sadece bir sikkeyi kayaya çakabildiğini gördük. Kürşat ile birbirimize baktık ve karar verdik:

-Efecaaan, devam et!
-Nee?!Nasıl?
-Sen ipi o sikkeden geçir ve devam et, biz de tırmanıyoruz!
-Okeyyyy!

Böylece hiçbir dağcılık kitabında yazmayan- ve hatta başkası yapsa kızacağım- bir emniyet sistemi ile Efecan lider giderken biz de Kürşat ile ipin ucuna bağlı, altalta ilerliyorduk. Tek emniyetimiz o titanyum sikke idi, geçtiğimiz yerler dik olsa da pek zor değildi ama burayı serbest (ipsiz) geçsek ve yamaç çığ olarak inse veya birimiz hasbelkader düşse altımız Güzeller kuzey duvarı idi. Dolayısıyla bu sistem burası için işlerdi. Fikrimce her yerde ana ve duruma göre emniyet almak uygundu.. Biz sikkeye kadar tırmandığımızda Efecan neredeyse zirveye çıkmak üzereydi. Hava iyice bozmuş, gri bulutlar arasında görüşümüz azalmıştı. İki buz çekici darbesiyle derhal çıkan sikkeyi toplayıp tırmanmaya devam ettik, kısa sürede kar iyice sertleşti ve Güzellerin tanıdık zirvesine krampon bastık. Mamayi zukkero! Efecan zirvenin diğer tarafında belinden emniyet almıştı.. Artık önümüzde iniş vardı, klasik rotadan ve yine çığ tehlikesi içinden..

Bir iki fotoğraf çekip çevre dağların sis içinden gri hayaletler gibi gözüken siluetlerini bir an seyretmenin ardından ipi çantaya kaldırıp Güzeller’in klasik rota beline indik. Rüzgar şirret bir kadının tokatı ve çığlıkları misali patlamalarla bizi ezmeye çalışıyordu ama neyse ki kulvarın üst kısmı rüzgardan korunaklıydı. Uzun süredir ilk kez kapşonlarımızı açıp ceket fermuarlarını karnımıza indirebiliyorduk.

Aşağıda kulvarın iyice daraldığı yerde işler bir kez daha sarpa sardı. Kar iyice derin batıyordu ve böldüğümüz tabaka çok kalındı, kırılması işten bile değildi.. Önde dizüstüne kadar batmış şekilde giden Kürşat’ın sakin sesi bizi uyarıyor:
-Çanta tokalarını açın ve atmaya hazır olun, burası gitti gider! Tabakayı kırıyoruz!
-Yapma ya!

Adrenalin pompası, döört! Sessiz küfürler..Yapacak birşey yok. Karı keserek, batarak ve geri dönüş olmadığını bilerek adım adım alçalıyor, tüm kulvarın yüzlerce ton karının tepemize inmemesi için sessizce dua ediyorduk üçümüz de içimizden. Hadi oğlum dayan , düşme be oğlum…Güzeller batı kulvarının daralan yerinin altında olan ve derin bir çatlak halinde olan rimaye’nin de bir kısmı açıktı, çatlağın üzerinden içine bakınca burada on metre kadar kar olduğunu anladık! Neyse ki kritik dar yeri geçmiştik, hızlı bir tempo ile dimdik inerek tehlikeli alanı geride bıraktık ve dağın eteğinde mola verdik. Püff..Güzeller gibi bildik bir dağ bile bazen oldukça belalı olabiliyor. Yarım saat sonra, gri bir gökyüzü ve hafif bir kar yağışı altında kamptaydık. Böylece Güzeller dağı’nın ilk kış doğu – batı geçişini de (hasbelkader, planlamadan da olsa) yapabilmiştik. Gerçi diğer projelerimiz kesin yatacaktı, bu yağış iki-üç gün sürerdi en azından. Günün kalanı, elimizde bol olan abur cubur ve çay- kahve tüketiminin yanısıra bol sıcak yemek yiyerek ve her konuda uzun uzun geyikleyip şakalar yaparak geçti. Efecan’ın çenesi yine, bir kez daha düşmüştü ve duracağa da benzemiyordu! Ertesi sabah Kürşat kayarak, ben yürüyerek, Efecan ise sırtta taşıdığı kayaklarına küfrederek Emli’ye iniyorduk. Isınan hava ile kar bazı yerde göğüs hizasında batıyordu. Eve dönme vaktiydi. Nasılsa buraya geri dönecektim. Artık önümde büyük bir proje, Matterhorn tırmanışı vardı..

TUNÇ FINDIK, Mart 2003

Bu yazı yorumlara kapalı.