11 Ağustos 2013

KANCHENJUNGA (8586 m) Nepal-Himalaya 2011

kang (22)

kang (22)15-kangIMG_1251 (b)kang summitkanchenjunga IMG_1211

 

Adının söylenmesi bile zor bir dağ, Kanchenjunga! O, yeryüzündeki en yüksek 3. doruk ve 8000’lik dağlar sıralamasında, risk ile zorluk konusunda  ilk sıralarda sayılıyor.. Pakistan’ın ünlü K2 dağına kıyasla bile boyut, teknik ve risk açısından  zor bir dağ. Tibetçe’den ismi ‘Karların Beş Hazine Evi’ olarak çevriliyor, bu da her  yöne uzanan beş büyük sırt ve buzulundan kaynaklanıyor olsa gerek. Kısa adıyla ‘Kang’, bu yüzyılın başına kadar  yeryüzündeki en yüksek dağ zannedilmiş, ta ki Everest Dağı ölçülene kadar.. Kang, 1955 baharında İngilizlerce, ünlü kaya tırmanıcısı  Joe Brown ve ekibince yapılan ilk çıkışından beri sadece 240 civarında dağcının zirvesine ulaştığı, bunlardan beşte birinin geri dönemediği tehlikeli  bir dağ olma statüsünü koruyor.

2011 yılının baharında Kanchenjunga Dağına tırmanışa gidecek olduğum birkaç ay önceden belli olmuştu. Nepal’in 14×8000 projesini bitirecek ilk dağcısı Mingma Sherpa’nın düzenlediği Kanchenjunga tırmanışına eski dostum Dawa Sherpa ve İsviçreli tırmanış arkadaşım Guntis Brands ile katılacaktık. 2010 baharında 8463 metrelik Makalu’ya beraber çıktığımız Guntis bu tırmanışın ardındaki gizli itici güçtü. Planlar gelişti ve sabitlendi; ekip büyüdü ve kesinleşti. Kanchenjunga Nepal’in en doğusundaki Hindistan sınırında, çayıyla dünyaca ünlü  Darjeeling şehri yakınında bulunuyor. Ancak bizim yapacağımız gibi Nepal tarafından dağa yaklaşıyorsanız, 100 kilometre ve 10 günden çok süren zahmetli bir yaklaşım yürüyüşü yapmak gerekiyor. Yürüyüşün uzunluğu, iniş çıkışın çokluğu ve bu uzak bölgede normal hale gelen hamal sorunları nedeniyle, Ana Kampın  iki günlük mesafe kadar yakınına dek helikopterle uçmayı planladık. Böylece nemli cangıllar arasından ine çıka yapılması gereken bu sıkıntılı yürüyüşten kurtulmuş oluyorduk ve harcanacak para açısından da  neredeyse aynı hesaba geliyordu. Her 8000’likte standart  uğraşı olan sponsor bulma, izin, organizasyon vb. olaylarını anlatmaya hiç girmiyorum bile.

Tekrar, Nepal’in başkenti Katmandu! Partnerim Guntis ile Katmandu’da geçen üç günde, 13 batılı ve 12 Nepalli’den oluşan ekibimizin bir kısmı ile tanıştık: İran- Tebriz’den gelen Türkmen dostumuz Azim Gheycisaz güzel bir insan ve güçlü bir dağcı, ayrıca iyi bir dosttu. 2010 yılı Makalu tırmanışından tanıdığım şen ve konuşkan Avusturalyalı Blair Falahey yine bizimleydi. Tırmanışın organizasyonunu yapan ve Makalu bölgesinden gelen kendi ailesinden birçok kuzen, dayıoğlu gibi Sherpa’yı bu tırmanışa getiren Mingma Sherpa için, Kanchenjunga 14×8000 projesindeki son 8000 metrelik dağ olacaktı; bu anlamda tarihi bir olaya şahit olacaktık. Bir İngiliz, bir İrlandalı, bir Amerikalı, üç Çinli ve iki İspanyol’dan oluşan diğer üyelerle de akabinde tanıştım. Dawa dahil, tüm Sherpa ekibimiz ve birkaç batılı üyemiz yürüyerek gitmek için  önceden yola çıkmıştı ve onlarla dağın eteğinde, Ramche denen yaylada buluşacaktık. Katmandu’daki sayılı günler gereğinden hızlı geçti; özlemişim burada olmayı.  Hazırlıklar, yeme içme derken gün geldi çattı ve 6 nisan sabahı erkenden, Katmandu’nun alanından  iki Eurocopter’e sığışarak havalandık. Himalaya’nın eteğinden doğu yönde  1.5 saatlik bir uçuşla 4600 metredeki Ramche yaylasına, Yalung buzulunun kıyısına indik.

Ramche’de yükseğe uyum için geçirdiğimiz bir haftada çevredeki 5000 metrelik tepelere çıktık, bazı arkadaşlarımnız doğrudan deniz seviyesinden geldikleri için onlarda  irtifa hastalıkları gelişti ve aşağılara inmeleri gerekti. Bana gelince, önceki hafta sırf yükseğe uyum amacıyla tek başıma Ağrı Dağı’na tırmandığım için aklimatizasyonum yerindeydi;  bazı günler yakındaki büyük kaya bloklarında boulder yaparak zaman geçirdim. Sonunda 13 nisan günü, 20 kilometre yukarıdaki Ana Kampa gitmek için yola çıktık. Uzun ve uğraştırıcı, ucu ucuna tek güne sığdırdığımız  engebeli bir trek onunda, akşam gün batarken Ana Kampa, 5500 metreye ulaştık. ‘Pache’s Grave’ yani Pache’nin Mezarı olarak bilinen Ana Kampımız gayet manzaralı ve otluk bir tepenin üzerinde konumlanmış durumda. Ana Kampı beş diğer ekiple paylaşıyoruz; Nikolay Totmiyanin ve Sergey Bolotov gibi büyük tırmanıcıların ve dostumuz Azeri Federasyon Başkanı İsrafil Ashurly’nin içinde olduğu Rus ekibi, arkadaşımız Ludoviç rehberliğindeki Fransız ekibi, tanınmış İtalyan dağcı Mario Panzeri liderliğindeki İtalyan ekibi, küçük bir Romen – Polonya takımı, en az ilişkimiz olan takım olan Hint ekibi. Bu dağ için oldukça kalabalık sayılır bir ortam, zaten bu tür büyük bir dağda  bu kadar adam yardımlaşmadan  zirveye çıkmak  pek olası değil. Diğer dağların tersine, bu dağda genelde işi bilen dağcılar olduğu için  yardımlaşma ve sohbet daha ileri boyutta.

Kanchenjunga, kendi hava durumunu yaratan ve bol yağış alan bir dağ. Gerek Hint Okyanusu kıyısındaki Bengal körfezine yakınlığı, gerek Himalayanın en doğu ucundaki alçak, ormanlık vadilerden birdenbire 8600 metrelere yükselen dev bir masif olması sebebiyle, standart bir günde derhal bulut toplanıyor, sis basıyor ve her gün kar yağışı oluyor. Bulut ve tipi günlük rutinin bir parçası! Bu kadar yağış nedeniyle de dağda buzullaşma yüksek miktarda ve yükseklerde hep derin, batak  kar var…

Bir süre Ana Kampta kalarak 5500 metrenin ince havasına alıştık. Bu arada, zaten Ramche’den tüm malzemelerimiz hamallarımızın git – gel birçok seferi ile ancak  gelebildi. Yalung buzulu her biri, her seferde ana kampa 30 kilo yük taşıyan hamallar için çok zorlu bir zemin.. Son olarak, Sherpa’ların dağa gitmek için o dağın tanrısından izin alma seremonisi olan renkli puja törenine ekipçe iştirak ettikten  sonra, 6000 metredeki ilk kampa gitmek için 21 nisan günü  hareketlendik. ‘The Hump’ yani  Kambur olarak tanımlanan buzul sırtı üzerinde kurulan 1. kampa çıkış zahmetli; son 200 metresi cam gibi sert buzdan oluşmuş, en dik yeri 85 derece eğimli bir uçurum.  Yetmezmiş gibi, üzeri toz kar kaplı bu teknik zemini tırmanırken hava da çok sert rüzgarlıydı. Böylece bu tırmanışın ilk aksiyonu olarak, 1. kampa biraz yük  taşıyarak bıraktım ve hemen Ana Kampa geri indim. Bir dahaki sefer, yükseklerde yatacak ve aklimatize olacağız..  28 nisan günü, 1. kamp ve 2. kampa çıkmak amacıyla Guntis, ben ve Dawa yine  hareket ettik ve bu kampları kurarak  birer gece yattık. Birçok kişinin tersine, zirve tırmanışından önce 7000 metrenin üzerinde yatmak gibi bir derdim yoktu, tek atımda 8500 metreye, zirveye gidecektim.. Kısaca zirve zamanının gelmesini bekleyecektim. Bekleme faslı biraz uzun sürebilir diye kendimi hazırlarken süreç uzadı da uzadı, uzaması da bir yerde işime geldi aslında. Çünkü  mayıs  başında,  Ana Kampta herkeste bulaşıcı durumda olan soğuk  algınlığı bana da sıçradı ve bir hafta süresince antibiyotik almam gerekti… İlk Everest tırmanışımdan beri pek rastlamadığım tarzda bir öksürük  beni taa Türkiye’te döndükten sonrasına dek bırakmadı. Yükseklikte bu tür hastalıklar kolay iyileşmez; üst solunum yolu enfeksiyonları hızla  ölümcül  yükseklik hastalığına çevirebileceği için özellikle risklidir. Ama uygun tedavi ve dinlenme ile yavaş yavaş hastalık geriledi.

Mayıs başından itibaren havalar  zaten hiç uygun gitmedi ve iki gün iyiyse, beş gün kötü hava hakim oldu. Dağda 7000 metre üzerinde derin kar birikmişti. Bekliyoruz, sabırla bekliyoruz, kar, tipi, sis, soğuk.. Günler yemek saatinden yemek saatine, değişmeyen muhabbetlerle geçmeye,  elimizdeki sınırlı sayıda olan  kitaplar bitmeye, erzak stokları tükenen yan ekspedisyonlar bizden yemek ödünç almaya başladı!  Bu şekilde geçen neredeyse üç uzun hafta sonucunda, ekibimizde bariz sıkıntı ve depresyon emareleri gözükmeye başladı. Herkes sıkılmış durumda, ufak tefek sürtüşmeler büyüyüp ciddileşebiliyor, hatta yumruk yumruğa kavgalara bile şahit olduk!… Guntis ile ben, bizim  İsviçre hava raporuna göre, 8000 metreden yukarıda  devam edecek sert yüksek rüzgarın sonlanmasını beklemek taraftarıydık. Elimizdeki güncel hava durumu yüksekte 100 kilometre / saat gibi bir rüzgar hızı veriyor ki, bu durumda zirveye gidilmesi mümkün değil.. Bazı dostlarımız hezeyan içinde bir ‘zirve ateşi’ne tutularak alelacele yukarı giderken, biz Ana Kampta bekliyoruz! Anlaşılan uygun zaman 19 mayıs sonrası gibi olacak.. Rus ekibi  bugünlerde zirveye gitmeye çalıştı ama rüzgar ve derin kar nedeniyle başaramadılar, Kanchenjunga’da daha dönemin ilk zirvesi gerçekleşemedi! Sabahları zirvede esen muazzam rüzgarın bulutları süpürmesini  seyredebiliyoruz ve uğultusu bize kadar geliyor. Her gün, zirveye hareket  tarihimiz bir tık ileri atıyor, belirli bir durum yok.

Sonunda 16 mayıs gibi hareket edip, 19- 20 mayısta zirveye gitmeyi denemeye karar verdik. 6350 metredeki 2. kampta o gece sakin geçti ve  17 mayıs sabahı uyanıp toplanmanın ardından hareket ettik.. Zirve için gidiyoruz, o coşkuyu şimdi hissetmeye başladım, dağda yükseliyoruz tekrar.. Rota, dik buz duvarları ile kesilen geniş buzul yamaçları ve icefall yapılarından oluşuyor. Rotayı 6700 metrede  tüm buzulu boydan boya bölen beş metre genişlikteki canavar, tabanı gözükmeyecek kadar derin  buzul çatlağına bizim adamlar önceki gün bir alüminyum merdiven sabitlemişler, geçişi bana Everest- Khumbu İcefall günlerini anımsattı! Ardından 85 derece eğimli dikey bir buz duvarı tırmanışı. Son olarak  60 metrelik, tepesinde mavi buz duvarlarından düşen çığların döverek  çelik gibi buzlattığı bir etabı kramponla, nefes yettiğince  koşar adım geçmek! Yürek ağızda! Yarım dakikalık  saniyelik riskin bitiminde, tekrar monotonlaşan derin karlı  buzul taraçaları arasında yükselerek, tipi içinde, tek başıma  3. kampı aradım. Neden sonra, dizlerime kadar batan  karda, kampı hayal meyal  gördüm,  burası güvenli sayılır  buz kulelerinin tabanında, 7050 metrede bir kral tahtıydı…. Kampta tipi altında herkes, Oscar, Azim, Rosa, Blair, Ted, Anselm ve bizim Sherpa’ların bir kısmı, çadırlara tıkılmıştı ve herkes günlerdir zirve için orada, kötü koşullarda bekliyordu. Azim’in ufak The North Face çadırına girdim, biraz sohbet ettik ve bana çay verdi. Guntis ve Dawa’yı beklerken  bizim çadırı kurup, bambu çubuklarla kara sabitledim ve  yerleştim.. Hava yine kapalı, sanki bütün gün 8600 metrelik bir dağın yamacında değil de, gri bir tiyatro dekoru içinde tırmanmışım gibi hissettirdi. Dostlarım  gelince bolca yiyip içtik, sonraki günlerde ne fırsat olacak ne de iştah. Dışarda çok sert bir fırtına ile çadır beşik gibi sallanıyor, üzerimize kar birikiyor ve çadırı hızla gömüyor.. 7000 metrede huzursuzca  ve umarsızca uyumaya çalışıyoruz. Huzursuzca çünkü bu hava böyle devam ederse zirve hayal olur, umarsızca çünkü bu konuda  yapabileceğimiz hiçbirşey yok.

18 mayıs günü, önden 4. kampa giden Sherpa dostlarımızın  önerisiyle bekliyoruz. Hava kötü, yağış aynen hava raporumuzun verdiği gibi devam ediyor. Yiyecek stoğumuz  azaldı ve kontrollü yiyoruz. Beklemek, bu daracık çadırda ve hiçbirşey yapmadan, eziyet olmaya başladı. Dört gündür burada olanlarda kırılım başlamış çoktan, geri dönmeyi düşünenler var. Yine de kötü havayı burada geçirmek 7500 metrede geçirmeye yeğdir, orası daima daha soğuk ve konforsuz. Öğleden sonra tipi azdı, gece olmasını beklemeden yarı aç şekilde uyku tulumlarına girdik..

19 mayıs günü gri bulutların hakim olduğu bir güne başladık  ama sonra, güneş sis içinden bizi yakmaya başladı. Yerde  önceki günlerden bakiye kalan taze toz  kar vardı, gömülen çadırları kürekle açıp temizleyince, hareket vakti! 4. kampta Rosa, ben, Guntis, Dawa ve Ang Kami, beş kişi bir çadırda kalacağız ve sadece iki uyku tulumu taşıyacağız, çok hafif olmayı amaçlıyoruz. Ama ben yukarıya oksijen tüpü de taşıyorum, herbiri dört kilo olan iki  tübü, regülatör ve maskeyi kullanmadan  taşımak da yorucu tabii. Birçok kişi 3. kamptan oksijene dayandı, ben ise  yüksek kamptan sonra kullanmaya başlayacağım. Kaztüyü tek parça  elbiseleri giyerek tırmanmaya başladık;  önceleri soğuktu ama 7100 metrede 70 metrelik dikey bir buz duvarını çıkıp ‘The Great Shelf’ denen yüksek buzul platosunun kıyısına dayanınca güneşe çıktık ve yanmaya başladım! Kaztüyü tek parça elbiseyi üstten açıp belime sardım, bacak yanlarındaki boydan  fermuarları açtım ve mümkün olduğunca terlemeden gitmeye çalıştım ama ne mümkün? Sisin içinden buzulu aydınlatan güneşte ısı  neredeyse 40 derece.. sıcak insanın enerjisini çabucak emiyor ve geri dönülmez şekilde sıvı kaybettiriyor. Genelde dik olmayan buzul arazisinden, derin karlı tepeleri ine çıka gidiyoruz, kar çok batak. ‘Ne zaman bitecek bu’ sorusunu giderek kendime daha çok soruyorum,  her adım külçe gibi bacaklarla! Sis giderek açıldı ve ‘The Great Shelf’, yani büyük raf denen platoda, yukarıda Kang’ın sarı – siyah zirve kayalarını ve ufacık, mikro boyuttaki 4. kampı gördüm. Zemin görece az eğimli olduğu için yol bitmek bilmedi; büyük çatlaklar, uzun kar yamaçları, ama genelde yatık. 3. kamptan 4. Kampa olan uzun yolu  toplam  dört saatte bitirdim, son adımları resmen tek tek sayarak. Mingma geniş gülüşü ile beni karşıladı.. Sherpaların da yardımı ile bir çadırı kurup sabitledik ve içine dalıp  derhal dinlenmeye geçtim. Bu gece zirve tırmanışı var! Çok yakın, inanamıyorum. Hava durumu  tam raporda söylendiği gibi devam ediyor. Altın sarısı bir akşamüzeri yaklaşıyor, aşağılar çoktan gölgede ve sadece dağların 7000 metreden yukarısı güneşte parlıyor. Guntis, Dawa, Rosa, ben ve Ang Kami çadırda dinleniyor ve sıvı alıyoruz. İlk ekip, Mingma ile saat 18.00’da tırmanışa başlayacak, ben ve Dawa da saat 21.30’da  başlayacağız. O vakite kadar çadırda dinleneneceğiz,  yiyeceğimiz  zaten çok kısıtlı. Maraton başlıyor daha doğrusu şiddetleniyor! Günlüğümden bu gerçek  manada ‘nefes kesen’ akşamı ve devamını okuyoruz:

Son üç günün yorgunluk, açlık ve uykusuzluğu  bu gece muhakkak en üst noktaya ulaşacak. Şaşıracak bir şey yok,  herhangi  bir  8000’likte, zirveye gitmek zaten bu kadar zahmetli olmuyor mu? Bu akşamüzerindeki ölçümlerimize göre, benim  7500 metredeki kan oksijen doymuşluğu yüzde 77 ve dinlenmedeki nabız 60 civarı , fena sayılmaz. Aç hissediyorum, sıvıyı da yeterince aldım mı tam anlayamıyorum, bol içmeme karşın. Beş kişi kaldığımız çadırda sadece ben oksijen kullanmıyorum, diğer dört dostumun hepsi oksijen maskelerini takmışlar. İyi hissediyorum ama bugün, kas yorgunluğu açısından yıpratıcı geçti, sanırım gün boyu süren bunaltıcı sıcağın yol açtığı sıvı kaybı  bunda etkin oldu, bu 4. kampa derin kardan  bata çıka ulaşmak  uızun ve bunaltıcıydı.. Akşam olup güneş iyice batıya yatınca  tepemizdeki Kang’ın doruğu  kusursuz bir kızıllığa büründü,  gölgeler derin maviye döndü. Birkaç kilometre aşağımız ufka kadar bulut denizi ve düşen gölgelerle morarmış.. Everest, Lhotse ve Makalu batıda birer ufak piramit olarak gözüküyorlar. 7710 metrelik dev dağ Jannu ise daha yakında- sivri zirvesi ile aynı yükseklikteyiz. Soğuk ve büyüleyici bir akşam. Uzaklardaki bir kümülonimbüs bulutunun ucu günün son ışığı ile tupturuncu yanıyor. Kafam ütülenmiş gibi, birazdan dünyanın en yüksek üçüncü zirvesine çıkış başlıyor. Nihayet! İşte harcanan  iki ayın ve bu noktaya gelmekteki tüm çabanın sonucu, bu önümdeki 15 saate bağlı..

Bu yüksek, karlı yamaçtaki ufak kampımızda kurulu tüm  çadırlarda durmak bilmeyen bir hareketlilik, tangırtılar, hışırtılar, fermuar sesleri ve konuşmalar, ocak harıltıları var. Termoslar dolduruluyor, koca botlar zorlukla ayağa giyiliyor ve kramponlar iki büklüm, küfrederek takılıyor.. nefessiz bir heyecan dorukta. Güneşin donuk, morlaşmış ufuktan yitip gitmesiyle havanın ısısı hızla iki haneli eksi derecelere pike yaptı. Son ışık gitmeden önce ilk ekip zirve için yola çıkmıştı bile. Tüm gece tırmanılacak ki sabah erkenden zirveye çıkılsın. Guntis bize göre daha yavaş gideceği için, saat 20.00 gibi  yola düştü. Buzdolabı gibi, duvarları donuk çadırda Dawa ile pek konuşmadan, zihnimiz donuk şekilde oturuyoruz, propan ocağı  zavallıca yanıyor ve yeterince kar eritemiyor.. Dawa da yorgun gözüküyor. Sonunda, karanlık ve soğuk geceyle yüzleşerek kramponları taktık ve çantaları sırtlandık, kampı geride bırakarak yola çıktık. Gece sakin ve aydınlık; doğudan ay yükseliyor yavaştan ve dağın gölgede olmayan kısımlarını bembeyaz, gerçekdışı bir ışıkla yıkıyor. Binlerce yıldız, muazzam bir sessizlik.. Rüya mı bu, gerçek mi, ayırdedemiyorum. Adım üstüne adım, elde kazmam, ip önümde karanlığa giderek kayboluyor. Karanlıkta, kafa lambasının ışığında dipsiz ve daha korkunç  gözüken çatlaklardan karşıya atlıyoruz. Karlı zemin iyice  dikleşiyor ve  cam gibi sert buzlu hale geliyor, sonunda bitmek bilmeyen dik bir buz duvarını çıkıp, görece daha rahat bir kar yamacına varıyoruz. Artık ’The Gangway’ denen buzul rampasındayız, ortalama eğim devamlı 45-55 derece arası değişiyor. Sabit hat ipi şimdilik var, ama daha sonra  bu güvenlik de bitecek.. İçsel konuşmalarımda kendime diyorum ki; dikkatli ol, çünkü  düşen ölür!

Az sonra ay bize değdi ve ortalık gündüz gibi aydınlık oldu. Hava tamamen durgun ve en az  eksi 20 derece olmalı, elbisemin göğüs üst  kısmı kıtır kıtır buz tuttu. Guntis’e yetiştik, yorulmuş ve temposuzca  ilerliyor. Tırmanıyoruz, zaman geçiyor mu, saat kaç, bir hiçlik içindeyim. Arada iki kere uyur gibi oldum, monotonluk yorgunluğu ve uykuyu tetikliyor. Kendimi sarsarak uyandırdım, hesaplar yapıyorum kafamda ve sonuçlara varamıyorum.. 8100 metrede isek, buraya şu kadar saatte gelmişsek, geri kalanı kaç saatte olur? Kaç metreyi kaç saatte çıktık? Bu tür denklemlerle kafamı oyalıyorum ve uyumuyorum,  tempolu gidiyorum. Az sonra farkettim ki, ortam mezar kadar sessiz ve ürkütücü tarzda yalnız bir şekildeyim. Ne kimseyi görüyorum, ne duyuyorum. Birdenbire, kulvardan inen  yalnız bir hayaleti tam önümde  gördüm – Oscar!  İnliyor, titremeler içinde konuşamıyordu, oksijensizlikten  her kelimeyi yavaşça  hece hece söylüyordu. Hipotermik (beden ısısı düşük) ve hipoksik (oksijensiz) durumdaydı. Ve o an, yeni bir günde, 20 mayıstaydık. Oysa mayısta bir  gün bu kadar soğuk olabilir mi?Arkamdaki manzaraya dönüp baktım – sihirli bir ay, soluk yıldızlar, donmuş cep fermuarından çıkartıp baktığım saate göre irtifa 8190 metre. Olağanüstü bir gece! Zar zor iki kelamın ardından o sarsakça  aşağı, ben yavaşça  yukarı, ayrıldık.

Yorgunluğu hissediyorum biraz,  zemin devamlı dik ve durup çanta çıkartmak, mola vermek için hiç yer yok. Sonunda kazmamla buzdan emniyet aldım, karda ufacık bir platform açtım ve çantamı düşürmemeye gayret ederek içime bir polar ceket giydim – soğuk giderek  artmaya başladı çünkü. Bu kısa, ayakta  verdiğim molada biraz buzlanmış sıvı, biraz power jel (kafein destekli sıvı karbonhidrat, şampuanı andıran iğrenç bir madde) ile kendimi takviye ettim. Böylece tırmanmaya devam ettiğim kulvarda, 8250 metrelerde Dawa ve Avusturya’lı  Christian’ı yakalayarak zirve için yükselen traversin başladığı kayalara beraber ulaştık. Bu sırada saat 04.30’a geliyordu ve hava ağarmaya başladı. Gece bitmişti! Gecenin sona ermesi insanı moral olarak destekliyor gerçekten, önünü görmek çok güzel. Hava her nasılsa daha ılıkçaydı artık, keskin gece ayazı bitmişti.  Büyük eldivenleri kaldırdım ve beşparmaklı windstopper eldivenlerimi  elime geçirdim. Kang’ın sarı-kahverengi  zirve granitlerine ulaştık ve ‘diagonal’ denen köşeden, kayada sağa yükselen rampa ve kulvarlardan tırmanmaya başladık. Yükseklik 8400 metreleri geçerken hava nedense birden sislendi, bu kadar erken nasıl olur? Bir süre geçen bulutlar içinde tırmandık. İrtifaya karşın keyifli bir tırmanıştı, dik kayalar, bacalar, oluklar, arası cam buzla dolmuştu herşeyin. Çakılı paslamış sikkeler, parçalanmış, lime lime olmuş eski ipler bezeli heryerde. Rota giderek dikleşiyor ve  bazı yerlerde daha zorlaşıyordu. Emniyet ise hiç yoktu.. Ufak karlı amfitiyatro benzeri çanaklar ve minik, buz- kaya karışık  etaplar sunan duvarlardan tırmanarak kulelerle bölünmüş bir  kayalık sırta çıktık. Mingma ve önden gidenleri yukarıda görüyoruz artık –  inen çıkan, renkli elbiseli  insanlar.. 8550  metrede, eski  ipler ve kara atılmış turuncu oksijen şişeleriyle kirlenmiş bir kaya bloğunun altından geçince  zirve etabını gördüm. Hava bu sefer tamamen açıldı, arada sırada zirveden buğu gibi bir yoğunlaşma bulutu geçiyor sadece.  Önden zirveye çıkanlar için iniş zamanı, Azim’i de inerken gördüm, oksijen kullanmadan çıkmış, tebrikleştik, bana ’40 dakika kadar yolun var’ diyor. Zirve istikametinde yükselerek ilerliyoruz, hemen önümde Dawa ve İtalyan Mario var. Beyaz, siyah, kahverengi  kayalık etaplarda, çoğunluk kolay ama dik kayalardan ve bunları bölen karlı oluklardan tırmanarak, yan geçerek yükseliyoruz, zirve anlaşılan en sağda.. İp filan yok, emniyet sıfır.

Önümüzdeki son engel, bir duvara dayanan kaya payandasının yanındaki çatlağı çıkıp diğer yanındaki dik bacayı inmek. Burası, fotolardan tanıdığım ‘Joe Brown çatlağı’, yükseklik 8560 metre kadar olmalı. Burayı ilk çıkışta, 1955 baharında tırmanan Joe Brown’u düşünüyorum.. Zirveye çok az var, vay be! Tarihi etabı, inenler nedeniyle oluşan trafik sıkışıklığı nedeniyle biraz bekleyerek geçtik ve boşluklu bir setten  yan yükselerek, ufak bir kaya etabını çıktım. Gözlerime inanmamıyorum!

Geldiğim yer, Kanchenjunga’nın kutsal doruğu….!

Tek tarafı kayalık bir setin sırtında ufak karlı bir kubbe burası, kayalara sabitlenmiş bir dizi renkli dua bayrağı tembelce dalgalanıyor.. Çok aşağılarda, her yönde ufka kadar uzanan ova gibi bir bulut denizi. Zirvede Hint ekibi vardı, bize en yüksek noktaya  kutsal olduğu için ayak basmamamızı tembihleyip  yorgunca  indiler. Şimdi dorukta ben, Dawa ve Christian varız; az sonra Mario da oksijensiz, çok yavaşlamış hareketlerle geldi. İnanılmaz! 20 mayıs, saat 09.30, yükseklik  8586 m, hava sıradışı sakin ve açık. Kang’ın kayalık güney zirvesi ve batıda Yalungkang, elle tutulacak kadar yakınlar sanki. Batı ufukta eski dostlar Everest, Lhotse ve Makalu. Maskemi çıkartıp 8600 metrenin ince havasını soludum ve ellerimi alnımda birleştirip eğilerek Everest’e, yani Nepal dilinde Sagarmatha’ya teşekkür ettim. Ne olsa en büyük tanrıça o.. Sıra ‘Karların Beş Hazine Evi’ne teşekkür etmekte; zirvenin buzuna kazmamla bir delik açarak, tanrıçaya adak bıraktım. Ufak ve önemsiz bir yaşamda çok değerli bir an.. Teşekkürler Kang!

Çok iyi ve coşkulu hissediyorum. Zirvede 30 dakika kaldık, uydu telefonumdan Nurcan’ı aradım ve ‘dünyanın en yüksek üçüncü noktasından arıyorum’ dedim! Duygulandım, ağlamamak için zor duruyorum. Olağanüstü bir yerdeyim.  Son olarak, Türk bayrağı ile birkaç fotoğraf ve istemeyerek de olsa,  iniş.. Oksijensiz çıkan Christian iyi gözüküyor ama Mario  bozuk bir makine gibi devamlı inliyor.. İnişte çok yavaş, sarsakça  giden Hint ekibi yolu tıkadı ve sonunda zombi gibi sarsılarak, yavaşça giden bu ekibi  geçerek kulvara ulaştık. Bizim Sherpa’lar ‘Gangway’a biraz daha ip koymuşlar, iyi de olmuş. Çünkü ısınan kar kramponlarda tutunmaya ve kayganlaşmaya başladı..

Binlerce metrelik kulvarda ipe bağlı olarak, bazen yorgunluktan kara çökerek indik. Hava ısındıkça ısınıyor, tepemizde bulutlar toplanıp şekilden şekile giriyor.. Rota çok uzunmuş, gece nasıl çıkmışız burayı diye hayret etmemek elde değil.. Geceden beri içmemişim, kalan suyumu da Dawa ve diğer Sherpa dostlarla paylaştım ve bitti. Ekipten bazı kişiler çok zor durumdalar; çok yorgun ve takatsizler. Geceki buz yamacını iple inince eğim biraz yattı  ama ancak adım adım gidebiliyorum, çatlaklardan atlayarak geçiyorum..  Kamp artık yakın ama hızla yaklaşmıyor. Herkes karlara yatmış, boş gözlerle bakarak enerji toplamaya çalışıyor. Kampın sadece 100 metre dışında bile, millet çökmüş durumda kara serilmişti! İrtifanın insana neler yapabileceği inanılmaz. Yorgunluktan ölmek burada çok mümkün. Kara oturup bir daha kalkamayabilirsiniz.

Çok susuzum ve bağrım yanıyor.. Ağzım, içine bally yapıştırıcı sıkılmış gibi kuru ve bacaklarımın herbiri birer ton ağırlıktaymış gibi yorgun adeta.. Sık sık istemsizce öksürerek gidiyorum, adım sayarak. İnsan yokuş aşağı inerken her  on adımda iki nefes dinlenme yapar mı? Böylece, öğleden sonra 15.40’da  kampa girdim. Guntis beni üzgünce bir ifadeyle karşıladı, tırmanışta oksijeni  yetmemiş ve Oscar’a yardım edeyim diye zirveye gidememiş! Üzücü tabii ama elden gelen bir şey yok.. Yatar konumda dinlenmeye başladım ve mümkün olduğunca bol sıvı alıyorum, ama o kadar akciğerlerimi sökercesine öksürüyordum ki, sol kaburgama aniden keskin bir ağrı saplandı, biraz hasar verdim zannederim kıkırdak dokulara. Bu da canımı hatırı sayılır derecede yaktı doğrusu. Daha önce öksürmekten kaburga kıranların hikayelerini duymuştum, demek oluyormuş! Ben yarı – uyur konumda dinlenirken, herkes  aralıklarla geldi ve birbirimize sıkıca sokulup geceyi ettik. Donmuş çadırda balık istifi yanyana diziliyiz, üzerimize serili iki uyku tulumu, kimin eli kimin ayağı nerede belli değil, en azından üşümüyoruz. Korkunç fiziki yorgunluk ve  günlerin ağır uykusuzluğu ile sızmışım.. Rüyamda sabah olmuştu ve  toparlanıp dağdan iniyordum.. Geceyarısı biraz üşüyerek, susuzluktan bağrım yanarak uyanınca, hemen yanımda benim beşte bir dolu oksijen tübümü gördüm ve maskeyi takıp, akışı dakikada yarım litreye ayarladım. Oksijen insanı nasıl derin uyutuyor. Derin uykudan, sanki bir an sonrasında  kalktığımda sabah olmuştu.

Gerisi çok yorucu ve sabır gerektiren bir irade hikayesine döndü.  Çadırın önünde kramponu bota takmak bile büyük bir efor oldu. İçe işlercesine pis soğuk, sert rüzgarlı bir sabahtı. Kanchenjunga üzerimizde rüzgardan bulutu ile ‘tütüyordu’. Dört kişi önden ayrıldık, Dawa ve Guntis arkadan gelecek ve bu geceyi 2. kampta geçireceklermiş.. Tempolu iniyordum; önceleri hava soğuktu ve üzerimdeki kalın kaztüyü elbise işime geliyordu. Ancak indikçe rüzgar bitti ve sıcak bastı, bunalmaya başlayınca  durup elbiseyi çıkartmam şart oldu. Kamptan kampa, her kampta zorunlu olarak dinlenip sıvı alarak, bıraktığım malzemelerimi toplayarak iniyordum. Yokuş aşağıya hızlanıp, yokuş yukarı çıkarken yüklü kamyon gibi takatten kesiliyordum! Yorgunluğum artsa da, aşağılara indikçe havadaki oksijen miktarı artıyordu, böylece daha kolay nefes alıyor ve daha az yoruluyordum.. Kontrollü iniyorum, acelesizce ve dikkatli. Buz duvarlarından dikey ip inişleri, karlı yamaçlarda bata çıka yapılan traversler, çatlaklardan atlamak, dev çatlağı aşan merdiven.. Acele yok, akşama nasılsa Ana Kampta olacağım; insan gibi yemek, dinlenme ve uykunun hayaliyle gidiyorum.  Aç bir hayvan kadar açım, sususuzluğum ne kadar içsem geçmiyor, yorgunluk desen zaten büyük. Öksürük devam ediyor, kaburgamdaki sızı da..  ama öksürük arka plan sesi oldu bana, kendi öksürüğümü  hiç duymuyorum artık. Buz duvarı tabanındaki 2. kampta uzun bir mola verdim;  bol sıvı, biraz hazır yemek ve yola devam, durmuyorum. Giderek ağırlaşan sırt çantamla  geniş platoyu tek başıma geçtim, çıkmam gereken son yokuş olan traversten sonra  1. kampın alttaki buz duvarını ip boylarınca  indim, ipe tutunmaktan şişip yanan kollarla ve tek başıma.. Akşam dağları hapsedip karanlık çökerken dik yerler bitti ve  Ana Kampa giden taşlı arazinin kıyısına vardım. Dağa huzurlu bir sakinlik hakimdi. Bir taşa  sırtımı dayayıp oturdum ve akşam ayazını yüzümde hissederek, moraran zirveler ile buzulu tatmin olmuş şekilde seyrettim bir süre.  Yaptığım işin tadını çıkartmak olsa olsa böyle olurdu.

Kanchenjunga zirvesine ulaştığım yedinci 8000 metrelik dağ, genelde ise gittiğim onuncu 8000’lik ekspedisyon oldu. Dağların enerjisiyle kalın!

 

Bu yazı yorumlara kapalı.